"sabah 08.20de öldü oğlum, biz babasıyla 20m. ötedeki yoğun bakım kapısının arkasında nefessiz beklerken. sonrası biraz muallak, net hatırlayamıyorum kim sordu, saat kaçtı? ablam olabilir? "hayııır nolur gömmeyin bebeğimiii" diye ağladığımı hatırlıyorum. gömmediler o gün ben hazır değilmişim diye. sonrası... pamuklara sardığım bebeğimi ertesi gün "öğle namazını müteakip" toprağa gömüp geldim. burası daha çok laf kaldırır benim için, dağ var içimde anlatabilsem eğer. ama hala o zamanki caresizliğimi hatırladıkça korkudan titrerim, insanoğlu ne kadar çaresiz olabiliyor, bilirim. bir gün önce düzgün tutamazlar diye kimsenin kucağına vermek istemediğin bebeğini ertesi gün alıp toprağa gömüyorlar, ağzını acamıyorsun."
Dün yazmaya başladım, buraya kadar yazmış bırakmışım.
Sıkıldığımdan değil devam edemediğimden.
Doğum günü yazısı olmadı bu sefer biliyorum ölüm günü için sanki bu. Gülücüklü, sevinçli olmalıydı halbuki.
Yazamadığımdan değil gülemediğimden.
Acı olan da bu ya "doğum günü"ne hepimiz alışkınız da insanın çocuğunun "ölüm günü" olması cok zor.
9 yaşında olacakmışsın ölmeseydin. Hayal bile edemiyorum artık o yaşlarını, o kadar uzak ki.
Alıştığımdan değil bilemediğimden.
Bilmiyorum, nasıl hayal edeyim 9 yaşındaki Asil Miran'ı. Seni bebek bildim ben oğlum, büyütemedim ki...
Orda büyümek var mı acaba? Cennette çocuklar büyür mü? Kaç yaşındasın orda acaba ve hatırlıyor musun beni? Tanıyacak mısın anneni yıllar yıllar sonra. Yaşlanıyor, değişiyorum çünkü, bıraktığın gibi değilim. Hayat devam ediyor, yaşıyorum senden sonra.
Unuttuğumdan değil ölemediğimden.
İyi ki doğmuşsun Asil Miran, iyi ki bizim oğlumuz olmuşsun.
Pastanı kestik yine.
Mumlara çok sevdiğin abin ve hiç tanımadığın kardeşin üfledi senin yerine...