Kategoriler

ölen çocuğa mektup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ölen çocuğa mektup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2018 Pazartesi

Hayatın çarkları..


Her gün aynı düzende akıyor hayat.
Başkaları değil tabi ama benim de o çarkların içinde dönüyor olmam acı.
Ama acı da olsa bir işe yaradığı kesin, oyalıyor insanı.
Çünkü ne zaman dönüp duran çarklardan kurtulup içime dönsem sen düşüyorsun gönlüme ve yeniden kanıyor bağrımdaki sızı.
İşten eve koştururken 5 dakika durup güneşin batışını izleyeyim dedim,
Olmadı..

Devamı --> »

12 Ekim 2018 Cuma

6
yorum
Öleni unutmak..

Unuttum sanıyorlar
Seni, ölen oğlumu artık unuttum sanıyorlar.
Ne garip
Buna inanılır mı, bu olabilir mi?
Ama benim payım da çok büyük bu düşüncenin oluşmasında
Çok soğukkanlıyım
Baban hariç herkesin yanında fazlasıyla soğukkanlıyım.
Kelime tam bu mudur bilmiyorum ama anlatmak istediğim hiç ağlamadan, unutmuşçasına senden bahsedebiliyorum. Normal bir muhabbette konu ölüm olunca ağlamadan, ölümün beni ne kadar yaktığını anlatmadan sürdürebiliyorum sohbeti.
Geçenlerde sohbet reenkarnasyona kadar vardı. Fikre katılan oldu, örnekler veren oldu, dalga geçen oldu. Epey dinledim arkadaşları, içimden seni düşünerek. Ben inanmıyorum dedim net bir şekilde. Ben oğlumun şu an dünyada başka bir bedende yaşadığına inanmıyorum. Allah ona bu dünyada 16 ay ömür vermiş, yaşadı kollarımda ve gitti Cennet'e. Ben de layık olabilirsem, orada kavuşacağız.

Yine başka bir gün bir arkadaşım, ölen annesinden bahsederken gözleri doldu. İnsanların o dönem onu anlamadıklarını, onu bazı şeylere zorladıklarını anlattı. Dinledim, akıl verdim. Sonra "benim oğlum öldüğünde rapor aldım işe gitmedim diye 'amma çok yattın evde haa' diyen oldu. Hem de en yakınlarımdan biriydi bu. Kimse artniyetli yapmamıştır, bilmediklerinden.. Demek istediğim insanlar seni anlayamazdı zaten." dedim. Dedim ama ağlamadım hiç.

Bu halimden korkuyorum açıkçası, bence normal değil.
İnsanın kendini bu kadar tutması, bu kadar içine atması normal değil.
İlk zamanlarda bile insanların yanında tutardım kendimi ağlamamak, bağırıp haykırmamak için. Bazen yapabilir, bazen patlardım ama hep tutmaya uğraşırdım. Hatta terapiye gittiğim bayan psikolog bile "anlatırken hiç ağlamamanız ilginç" demişti. Onun tavsiyesiyle yazmaya başladım hatta. Benim biriyle konuşurken kendimi bu kadar tuttuğumu anlayınca "yaz o zaman, yalnızken yazıya dök içini" demişti. Sadece bu fikrini mantıklı buldum ve bi daha da gitmedim terapiye. Yazdım. İlk aylarda psikolog karşısında bile ağlamazdım yani. Oysa şimdi bu satırları yazarken bile gözlerim yaş dolu, ekranı göremiyorum. O zaman acım o kadar tazeyken nasıl tutabildiysem?
Ama biliyorum kendimi, başka bir insan karşısında tutuyorum kendimi. Yalnızken frene basmıyorum, tam gaz ağlayabiliyorum.

Geçen ay annem bizdeydi bi süre. Hastane işleri filan epey dolaştık annecimle. İş güç, hastalık doktor konuşurken ara ara hep sohbet ettik. Bi gün yine hastane bahçesinde yürürken "U-nut-tun mu" dedi bir anda. Anladım hemen, cız etti içim. Ama anlamamışa yattım. "Oğ-la-nı u-nut-tun mu" dedi sonra felçli sesiyle. (Anlatamadım sana oğlum, vaktimiz olmadı. Annem 18 yıl önce geçirdiği felçten sonra böyle tane tane konuşur ve yavaş yavaş yürür oldu. Olsun canı sağ ya yetiyor bize. Şükür..) "Oğ-la-nı u-nut-tun mu" dedi felçli sesiyle. "Unutulur mu anne" dedim yine gayet soğukkanlı. "Unutmadım, alıştım böyle yaşamaya" dedim sadece. Oysa

Unutmadım anne, hem de bir gram bile azalmadan hatırlıyor, seviyor ve özlüyorum bebeğimi.
Hala gözlerimden akan şu yaşlar şahit
Hala acıdan sallanan kafatasım şahit
Hala ağlamamak için sıktığım dişlerim, gözyaşı pınarına bastırdığım ellerim şahit
Gözyaşlarıyla yıkanan elim, yüzüm, boynum şahit.
Hala "yaşasaydı"lı cümleler kurar
Hala evin içinde büyümüş bir Asil Miran hayal ederim
Asya Miray'a baktıkça, Asil Miran düşer yüreğime
O da böyleydi diye diye yanarım içimden.
Asil Miran'ı düşündükçe Asya Miray düşer aklıma
Ya ona da bir şey olursa diye diye yanarım içimden.
Hala kendime kızarım nasıl dayanıyorsun diye
Hala Allah'a her el açışımda her dua deyişimde "yardım et Allah'ım bana" derim
"Sana sığınıyorum dayanmama yardım et"
Unutmadım anne
Ölen oğlumu, canımın parçasını unutmadım..



Devamı --> »

3 Temmuz 2018 Salı

6
yorum
Kuyu..




Hıçkıra hıçkıra, bağıra bağıra ağlayasım oluyor bazen.
Haberlerde izlediğim, gazetede okuduğum bir habere ya da yolda gördüğüm yaşlı bir amcaya.
Dinlediğim bir bağlama sesine ya da türküde geçen bir cümleye.
Bazen de durup dururken.
Haykırarak ağlayasım geliyor.
Senin acına dayanmak için bütün gücümü harcıyorum demek ki
En ufak bi duygu yoğunluğu takatten düşürüyor.

Senden kalan basit, kırık bir oyuncak parçası ciğerime saplandı mesela dün.
"O kadar oyuncağın içinden şu kırık kelebek kanadıyla oynardı Asil Miran" dedim babana.
Dedim, birkaç saniye susup içimdeki sızıyı dinledim ve değiştirdim konuyu.
Geçti sandım, geçmemiş.
Kuyuyu taşırmış meğer.

Yüreğimde bir kuyu var diyor
um bazen.

Sana yanışlarımla yavaş yavaş doluyor.
Aklıma düştüğünde gelen feryatlarımı bir bir o kuyuya atıyorum.
Daim aktif.
Azar azar, yavaş yavaş dolup taşıyor.
Tüm gün hiçbir şey atmadığım da oluyor, bir anda kuyuyu tamamen doldururcasına yandığım da.

Sadece beni yakıyor artık o acı kuyusu, za
rarsız yani

Görünmüyor dışarıdan.
Önceden gözlerimden fışkırırdı kuyunun alevleri,
Bana bakan üzülür, acırdı.
Gözlerim de saklanmayı öğrendi zamanla.
Gözlerim görünmüyor dışarıdan.




Devamı --> »

5 Mayıs 2018 Cumartesi

4
yorum
Koyun koyuna yatabiliriz..


Acın zamanla azalacak derlerdi. Çok kızardım içimden. "Neden azalsın ki, oğlum geri mi gelecek sanki, ya da ben  bebeğini unutacak kadar kötü bir anne miyim ki.. Azalmayacak acım, çünkü bundan sonra her zaman oğlu ölen bir anne olacağım ben. Ölen oğlum geri gelmeyeceğine göre bu asla değişmeyecek." derdim.

Her 5 Mayıs yaklaştığında yüreğimin lime lime kesildiğini hissederken; hastanedeki çaresiz bekleyişimi, ölüm haberini duyuşumu, seni toprağa gömüp eve gelişimi kafamda defalarca defalarca yaşayıp yaramın tekrar deşilip kanadığını hissederken anlıyorum ki acı azalmıyor. Sadece o acıyla yaşamaya alışıyor insan. Vücut acıya alışıyor yani.

"Acı eşiği" tabiri vardır ya, o çoook çok yükseliyor. Artık normal insanların üzüldüğü, bozulduğu şeyleri sen görmüyorsun bile. İçinde kopan fırtınayla, yanan ateşle mücadele ederken dışardaki esintileri farketmiyorsun. Hani demişler ya "yalan dünya" diye, onu anlıyorsun artık ve yalan bi dünyayla uğraşacak takatin olmuyor.

Çok anlatmayacağım ama bu 5 Mayıs'ta da aynı acılar derin yaramı dağlamakta, günlerdir acı eşigim zorlanmakta.

Bir fark var ama öncesine göre.
4 yıl bitti.
Senin ölümünün üstünden 4 yıl geçti.
Aynı mezara ikinci cenazeyi koyabilmek için gereken yasal süre geçti.
Artık ölünce senin mezarına gömülebileceğim.
4 yıl sürüyormuş ölen bedenin tamamen çürümesi, o yüzden 4 yıl geçmeden yeni cenazeyi koyamıyorlarmış aynı mezara.
Geçti.
Nasıl geçecek dediğim 4 yıl da geçti.

Vasiyetimdir, baban bilir.
Ölünce ben, Karşıyaka U10-2585'i açsınlar, senin kemiklerini toparlayıp benim başucuma, yüzümün hemen yanına koysunlar. Seni koklaya koklaya uyuyayım orda. Çürüdü gitti beden, kokusu falan kalmadı diyenler olacaktır ama ben o mis kokunu alırım yine. Allah'ın izniyle..

Sen de daha minicikken anne kucağı yerine yattığın o kara toprakta tekrardan duyarsın belki anne sıcaklığını. Gerçi şükürler olsun sen zaten Cennet'in en güzel yerindesin ama küçücük bebek bedeninin o buz gibi toprağın altında oluşu da çok canımı yakmakta.

4 yıl önce  seni toprağa verirken bir elimi koymuştum üzerine toprak atılırken, çekememiştim. Epeyce bi toprak altında kalmıştı ve o ıslak toprak elimi kapladıkça buz kesilmişti elim. Sonraki dönemde mezar taşın yapılana kadar da her ziyaretimde toprağına sokardım elimi. Hep hatırlarım o soğukluğu elimde ve o yüzden yanar içim seni orda düşündükçe. Allah'ım affetsin beni..

4 yıl geçti .
Artık ben ölünce bu dünyada doyamadığım kokuna doya doya, anne-oğul koyun koyuna yatabiliriz.

Devamı --> »

9 Mart 2018 Cuma

2
yorum
Hala..


Yıllar geçse de üzerinden
Kabullenmiş, alışmış gibi görünsek de dışardan
Hala sorguluyor bir sebep bulmaya çalışıyoruz.
Minicik, nur gibi bebeğimiz bir gecede nasıl ölür?
Çok zor Allah'ım çok zor..
Devamı --> »

30 Nisan 2016 Cumartesi

Hayal ediyorum.

"Yılda iki bayram gözüme görün
  Hasretine dayanamam, ölürüm.."

Komşumuzun oğlunun resmini gördüm internette.
Senle yaşıt olan..
Çok büyümüş.
Maşallah dedim en başta hemen.
Ama çok tuhaf geldi bana onun o kadar büyümüş olması.
Senin büyüyüşünü göremedim ya o yüzden olsa gerek, şaşırıyorum.
Sonra bir hayale dalıyorum derin ve acı.
Senin o hallerini hayal etmeye çalışıyorum.
Konuşsa nasıl olurdu sesi, uzun uzun cümleler kursa ne anlatırdı diye.
Yürüyüşünü, koşuşunu hayal ediyorum.
Kendimi düşünüyorum sonra.
Ölmeseydi bebeğim, ne kadar mutlu olurdum diye.
Sonra dönüyorum bu halime ama
Hayalimi özlüyorum..

Devamı --> »

27 Nisan 2016 Çarşamba

2
yorum
Rüyama geldin, hoşgeldin bebeğim..

Ne garip şu rüya hallerimiz.
Biz uyurken çalışan beynimiz çok da düzgün çalışmıyor galiba.
Çünkü normalde gerçek olmadığını, olamayacağını bildiği şeylere rüyamızda inanıyor beynimiz.

Seni gördüm rüyamda dün gece,
Sen çok acıkmıştın ve emzirmeye başlıyordum seni.
Kendi kendime "Yaa ben niye bu kadar uzun süre emzirmedim ki oğlumu, nasıl acıkmış yavrum." diye düşünüyor, kızıyordum kendime.

Akılsız aklım, uyuyan beynim unutmuş herhalde senin öldüğünü. Uzuun süredir neden emzirmediğimi sorguluyor. Tuhaf.

Ya da şimdi düşündüm de rüyalarımız sadece beynimizin aldanması olmayabilir belki.
Belki Allah'ım, seni görüp rahatlamam için,
Sana, emzirirken olduğum kadar yakın olmayı hissedebilmem için gördürdü bu rüyayı bana.
Belki Allah'ın bana sunduğu bir lütuftur senin geldiğin rüyalar.
Öyleyse Hoşgeldin rüyama kuzucum..
Devamı --> »

31 Mart 2016 Perşembe

Unutursun..


"Unutursun için yana yana,
Unutursun ölüm sana,bana...
Zaman basıp kanayan yarana
Unutursun.."



Sahi!
Ne oldu oğlum?
Ne oldu, nasıl oldu?
Dolu dolu, an an seninle yaşarken,
Nasıl oldu da iki senedir sen yoksun ben devam..

İnsanoğlu mu kötü acaba? 
Hani bir tür hayvanız ya biyolojik olarak.
Öyle mi?
Yoksa Allah'ın bize çektiği bir ayar mı bu?
Şüphesiz ki bu, değil mi?
Allah en doğrusunu bilir ve yapar.
İnsanoğlunu da en doğru şekilde yarattı şüphesiz.

Dişi insan, yavrusu olunca herşeyini ona adar,
Tüm zorluğa, yorgunluğa rağmen yavrusuyla geçen bir anında bile "Off" demez.
Sever yavrusunu, doymaksızın sever,
Ölesiye sever..
Ama ölürse yavrusu, anneden önce
O düzen, o ayar devreye girer ve anne, ona imkansız gelen şeye dayanır.
Bir şekilde, hiçbir şey yapmadan..
Ne yapacağını bilemez anne ama Allah kurgulamıştır herşeyi.
Dişi insanın birşey yapmasına gerek kalmadan zamanla..
Zamanla..
Yaka yaka..
Acıta acıta..
Ama dayana dayana..
Devamı --> »

21 Kasım 2014 Cuma

Ölen oğula mektup..

Sizin hiç canlı canlı kolunuzu kestiler mi?
Hiç elinizi uzattınız mı ocakta yanan ateşin üzerine?
Demir tokmakları, başınıza başınıza indirdiler mi iri yari adamlar?
Gözü dönmüş birileri, kırdılar mı parmaklarınızı?
Tel örgülere takıldı mı sırtınız yerlerde sürünürken?
Birisi gelip kolunuzu kıvırdı mı arkaya, zorlayarak ''çat'' diye kırıverdi mi?
Çaresizlik denilen, çaresi bulunamayan tek gerçek, sarıldı mı bogazınıza?
Adamın biri gelip iki gözünüze iki parmağını sokup, kör etti mi sizi?
Büyük değirmen taşlarını getirip koydular mı üzerinize sırt üstü yatarken?
Iyice bilenmis bir bıçağı, böğrünüze sokup çevirdiler mi 360 derece?
Ayağınız kayıp yola düştüğünüzde, bacağınızın üzerinden hiç kamyon geçti mi?
Su diye size uzatılan bardağı kafanıza diktiğinizde, içinde asit olduğunu farkettiniz mi?
Demir bir çubuk, boğazınızdan girip boynunuzun arkasından çıktı mı hiç?
Yolda sessiz sakin yürürken, aniden birisi gelip suratınızın en ortalık yerine muhteşem bir yumruk savurdu mu?
Balkondan düşen koca bir saksı, tam kafanızın ortasına indi mi?
Evinizin alev alev ateşler içinde yandığını seyrettiniz mi?
Bir insanın sel suları içinde çırpına çırpına can verdiğini gördünüz mü?

Veya bütün bunları görmemiş, yaşamamış bile olsanız, biraz düşününüz..Iste bunların hepsi bir anda benim başıma geldi.19 yıl babalık etmeye çalıştığım, ALLAH ın bana emaneti,canım, gülüm,hayatım, her şeyim, bitanem, sebeb -i hayatım, evladım, oğlum Nihad, 3 dakika içinde yok olası kollarımın arasında ölüp gitti.Yapacak hiçbirşeyim yoktu. Kapının camı, şah damarını kesmişti.Fıskiye gibi kan fışkırıyordu.Kan fışkırıyordu,umutlarım, istikbalim, hayatım yerlere dökülüyordu. Bana yakın durması gereken ölüm, beni ölmeden öldürüyordu. Bugün senden ayrılalı tam 1 yıl oldu.365 günün bir tanesinde bile seni göremedim, elini tutamadım, yanağını öpemedim, bağrıma basıp sıkı sıkı sarılamadım. Evde tek başıma otururken, kapiüıda anahtar dönmedi ve sen içeriye girmedin. Bir tek gece odanın ışığı yanmadı.Ben kapını açıp ''yatıyorum, sen yatmıyor musun?'' diye soramadım.


YASAMAK CANIMI SIKMAYA BASLADI. Gül senin aradığına dair bir tek not vermedi tam 365 gündür. Bu kadar çabuk mu unuttun beni diye düşünüyorum zaman zaman. Ama beni unutmayacağını, unutmadığını biliyorum, ben de biliyorum, halan da biliyor, enişten de, Ece de. Ama oradan bir baglantı kurulması mümkün değil... Günler geçiyor arslanım.Her geçen dakikayı, beni sana yaklaştırdığı için seviyorum. Eskiden nasıl üzülürdüm, zaman geçiyor, bir gün senden ayrılacağım diye. Ama şimdi, herşey tersine döndü. Herşeye tahammül edebiliyor insan. ALLAH böyle bir sabır vermiş kullarına. Ama tahammülü olmayan bir tek şey var; senin sevginden mahrum olmak. Bunu hissedememek. ISTE ÖLMEDEN BU ÖLDÜRÜYOR INSANI.......... 


Cenk KORAY
Devamı --> »

Ogluma..

Dinle ahuzarım, kulak ver bana
Kalbimin sesini duyuver oğlum
Gidişin bağrımı buladı kana
Gel de şu ölümden cayıver oğlum.

Kapkara kış ettin baharlarımı
Melekler dinliyor feryatlarımı
Seller gibi akan gözyaşlarımı
İçimde yangına sayıver oğlum.

Hayalin gözümde, adın dilimde
Arayıp dururum seni her yerde
Arada sırada rüyama gel de
Yürekte yaremi sarıver oğlum.

Dağ taş inliyor feryatlarımdan
Tad alamaz oldum yaz baharımdan
Eğer mümkünse çık mezarından
Gelip de koynuma giriver oğlum.

Bilmem, bilmem rahat mısın karanlık yerde
Yüreğim gark oldu olunmaz derde
O güzel başını kaldırıver de
Perişan halimi görüver oğlum.

Hasret oldu bana güzel gülüşün
Zehretti hayatı ani ölüşün
Şu an ne haldeyim hele bi düşün
Düşün de elimden tutuver oğlum.

Dizimde dermandın, gözümde ferdin
Ağlasam ağlardın, gülsem gülerdin
Neden ellerimi bırakıp gittin
Şimdi boşluktayım biliver oğlum.

Felek vurdu suskun etti dilimi
Kopardı dalından gonca gülümü
Bu ayrılık yaman büktü belimi
Yetiş imdadıma koşuver oğlum.

Kırkbeşinde konan talih kuşumdun
Hem canım sevgilim, hem baboşumdun
Çok erken kaybolan mutluluğumdun
Yaktıkça bağrımı yakıver oğlum.

Özledim sesini ,tatlı dilini
Nakşettin beynime en son halini
Çaldın hayatımın paydos zilini
Şu benim hesabı kesiver oğlum.

Her günümden iyi ettin dünümü
Gidişinle reva gördüm ölümü
Madem verdin bana idam hükmünü
Gel de şu ipini çekiver oğlum.

Takdir Allah’ındır etmedim isyan
Lakin, lakin bu acıya dayanmıyor can
Sensiz bir hiçim ben derdime inan
Beni de yanına alıver oğlum
Beni de yanına alıver oğlum
Oğlum… 

Bedirhan GÖKÇE

http://www.izlesene.com/video/bedirhan-gokce-ogluma-siir/2723581

Devamı --> »

20 Eylül 2014 Cumartesi

Günlük tutmak..

     Bir annenin bebeği için günlük tutması.. Ne kadar anlamlı, ne kadar ince bir davranış değil mi? Daha hamileyken başlar yazmaya, bütün heyecanını, hislerini, hazırlıklarını yazar. Bebeği doğunca yaşadığı sevinç katlanır, onun büyümesini adım adım not eder. Hayali; bebeği büyüyüp kocaman bir birey olduğunda ona vermektir o günlüğü, 18 yaşına girdiğinde, üniversiteye giderken ya da evlendiğinde..

     Ben de o niyetle yazdım sana annecim. Sana hamile olduğumu anlar anlamaz yazmaya başlamıştım. Hergün değil ama önemli birçok anı yazmıştım. Kalp atışını ilk dinleyişimiz, ultrasonda seni ilk görüşümüz, cinsiyetini öğrendiğimiz gün, sana koyacağımız ismi belirleyişimiz, doğumuna az kalış ve doğduktan sonra sen.. O kadar mutlu etmişsin ki beni sanki dünyanın en mutlu insanıymışım o zamanlar. Şimdi ise yazdığım her cümle canıma batıyor, kıvrandırıyor acıdan. O anlara bir kereliğine bile olsa dönebilmek için canımı veririm ama olmuyor annecim.

     Günlüğü sana vermeyi hayal ediyordum ben de ama kaldı elimde annecim, atsam atamıyorum, okumaya dayanamıyorum. O defterde değil burada anlatıyorum sana artık günlerimi, yaşadıklarımı, hislerimi. Farketmişsindir belki, artık heyecanımı, mutluluğumu değil acımı anlatıyorum sana. Ama olsun annecim, sana diyemediklerimi demek, hiç okuyamayacağını bilsem de yazmak istiyorum oğluşum. 

     Bir ölüye mektup yazmak benimki biliyorum. Psikolojik açıdan pek de iyiye işaret değildir belki ama içimden böyle geliyor oğlum, aklımı kaybetmedim ama seninle konuşmak rahatlatıyor annecim.

     Duymadığını bilsem de sana yine "oğluşum, yavrum, annecim" demek, minik kuzumla konuşmak.. İçimden gelen sadece bu..

Devamı --> »

31 Ağustos 2014 Pazar

12
yorum
Melek oğluşum..


     Melek oğluşum Asil Miran,

     Hep duyardım ölümleri, hep izlerdim ekranlardan evladı ölen anneleri.. Üzülür acırdım onlara, bazen ağlardım bile onlarla. Ama hiç bilememişim oğlum, hiç duyamamışım ölümün acısını. Seni kaybedene kadar...

     Şimdi her şey değişti oğlum, bildiğim her şey değişti artık. Meğer bu dünya ne kadar anlamsızmış, ne kadar değersizmiş her şey. Ya da tam tersine ne kadar değerliymiş insanın evladının yaşıyor olması...

      Şöyle bir acı, şu kadar yanıyosun diye anlatmak çok zor bunu. Ama şöyle birkaç cümle belki biraz tarif eder acımı; bütün iç organlarının büzüşüp içinde bir yerlerde sıkıştığını, hakikaten ciğerinin yüreğinin ezildiğini, kanadığını hissediyorsun. İnliyorsun acıdan. Bir nefes çekiyorsun içine istemsiz, sonra o nefesi oğlunun alamadığını algılıyorsun. Onun artık nefes almaması ve senin alıyor olman..Hani anneler yemedim yedirdim, giymedim giydirdim derler ya çocuklarına. Nefes almayıp aldıramıyorsunuz evladınıza işte. Ne kadar acımasız hayat.. Kendi nefes alışına vicdanı yanar mı insanın, kendi nefesinden utanır mı insan? İşte bu, yaşamaya mecbur olmanın acısı da yanına eklenince bütün hücrelerinin inlediğini hissediyorsun oğlun ölünce, aldığın her nefesin ciğerine battığını, ciğerini hissediyorsun..

     Hala inanabilmiş değilim senin öldüğüne, algılayamıyorum hala ölümünü. Çünkü bebekler ölmez gibi geliyor bana. Annesi yaşarken, annesi gençken, sapasağlamken bebek nasıl ölebilir? Daha büyütecek annesi onu, yürütecek konuşturacak oynatacak bebeğini. Ya bebek, o neden ölür ki... Daha yapılacak çok şey var onun için, daha hiçbir şeyi görmedi, anlamadı ki... Daha hayattan çok alacağı var, bırakıp her şeyi ölür mü ki...

     Oğlum, güzel oğlum.. Hakikaten ne kadar güzeldin oğlum. Her anneye kendi çocuğu güzel gelir tabi ama sen gerçekten çok güzeldin. Bak bunu yazarken yine oluyor, yine canımı çok acıtıyor; di'li geçmiş zamanda yazamıyorum, geçmiş zamanda anlatamıyorum seni. O kadar zor ki seni geçmiş zamanda bırakıp şimdiki zamanı yaşıyor olmak. Ama bir gün beni de di'li geçmiş zamanda anlatacaklar, o bir gün gelecek biliyorum. Ve o zaman ben cennette senin yanında, sonsuz ve ölümsüz bir şimdiki zamana başlayacağım. İnşallah..

     Şükürler olsun Allah'a ki, beni de inananlardan kıldı. Şükürler olsun inancım tam. Yoksa bu acıya dayanılmaz, imkansız! Eğer bu dünyanın geçici olduğunu asıl hayatın öldükten sonra başladığını bilmesem, orda kavuşabilme ihtimalini bilmesem duramam annecim, duramam böyle. O güne, kavuşmaya olan inancım beni ayakta tutuyor. "Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler." denir ya hani "her şerde bir hayır" vardır ya işte öyle sığınıyorum Allah'a. Çünkü ben bilemem, benim aciz aklım, iradem bunu bilmeye yetemez. Allah'a sığınıp, O'na teslim olup, O'ndan yardım diliyorum. Biliyorum ki dünyanın en zor acısını bana veren Allah'ım beni böyle ortada bırakmaz. Vardır O'nun bunda da bir hikmeti. Çünkü Allah kullarına zulmetmez..

Devamı --> »