Kategoriler

25 Eylül 2014 Perşembe

2
yorum
Bebek kiyafetleri..

     Bebekler çok çabuk büyüdükleri için kıyafetleri daha eskimeden olmamaya başlar. Bazen sadece bir iki kez giydirdiğimiz bir kıyafet artık bebeğimize olmadığı için elimizde kalır. Biz de yakın çevremizde bebeği olan varsa ona veririz. Çok yeni, çok cici bir kıyafettir. Kardeşimizin ya da arkadaşımızın bebeğine veririz giysin diye. 

     Ben de senin büyüyüp de giyemediklerini verecektim. Sana aldığım o tatlı gömlekleri, pantolonları, minik minik ayakkabılarını.. Minik kuzenine verirdim mesela. Hani o doğunca "aaa Asil Miran da abi oldu" demiştik. O kuzenin büyüyor annecim, senden kalanlar çok da iyi olurdu ona. Ama veremedim oğlum, senin kokun var diye kıyamadım. Yaşasaydın, kıyafetlerini koklamak zorunda kalmayacaktım, kokunun o kıyafete sindiğini bile farketmeyecektim belki ve ayıracaktım hepsini kuzenine vermek için. Ama şimdi sen yoksun, ölüp gittin elimden. Göremiyorum, dokunamıyorum, öpüp koklayamıyorum seni. Kokunu arıyorum her yerde. Her bir eşyanı tek tek kokluyorum incitmeden, dokunmaya kıyamıyorum kokun silinmesin diye. Yüzlerime süremiyorum, gözyaşlarımdan ıslanır da kokun kaybolur diye.

     Seni hastaneye götürdüğümüz gün üzerimde olan kıyafeti günlerce çıkaramamıştım. Kucağıma aldım onunla seni, omzuma yattın, senin izin kokun var diye çıkarmak istememiştim. Seni toprağa verdiğimiz gün çamur olmuştu her yerim ama yine de değiştirememiştim onları Asil Miran'ın izi var diye. Orda öylece o halimle donup kalmak istedim. Bitsin hayat, akmasın zaman, oğlum öldüyse ben de almayayım fazladan bir nefes.. Ama olmuyor annecim, nasıl başabiliyorum bilmiyorum ama ben yaşamaya devam ediyorum. İntiharın çok büyük günah olduğunu ve abinin bana ihtiyacı olduğunu biliyorum. O yüzden ölemiyorum seninle. Ama ciğerlerim parçalanıyor bilesin, senden sonra aldığım her nefesten utanıyorum bilesin oğlum.

     Çok zor annecim, çok zor oğluşum. Evladın ölüp de annenin kalması çok zor..

Devamı --> »

24 Eylül 2014 Çarşamba

Toprağına düşen yağmurun olaydım..
Devamı --> »

22 Eylül 2014 Pazartesi

Cennet Cocuklari..

     Kuzum, oğlum.. Allah'ım seni seçmiş annecim, seni cennet çocuğu olarak seçmiş, sevmiş seni Allah'ım. Dünya sıkıntılarına, zahmetine sokmadan kolay yoldan cennetine almış seni. Bizi de sevmiş Allah, oğlum. Bizi de bu dünyada çocuğumuzun sevgisinden mahrum etti ama cennette ebediyen çocuk sevme zevkiyle mükafatlandıracak inşallah.

     Çok zor, dayanılacak gibi değil annem ama mecburum buna. Allah'ın verdiğine de aldığına da razı olup, O'na teslim olunca kavuşturacak bizi Allah, inşallah..

Devamı --> »

20 Eylül 2014 Cumartesi

Günlük tutmak..

     Bir annenin bebeği için günlük tutması.. Ne kadar anlamlı, ne kadar ince bir davranış değil mi? Daha hamileyken başlar yazmaya, bütün heyecanını, hislerini, hazırlıklarını yazar. Bebeği doğunca yaşadığı sevinç katlanır, onun büyümesini adım adım not eder. Hayali; bebeği büyüyüp kocaman bir birey olduğunda ona vermektir o günlüğü, 18 yaşına girdiğinde, üniversiteye giderken ya da evlendiğinde..

     Ben de o niyetle yazdım sana annecim. Sana hamile olduğumu anlar anlamaz yazmaya başlamıştım. Hergün değil ama önemli birçok anı yazmıştım. Kalp atışını ilk dinleyişimiz, ultrasonda seni ilk görüşümüz, cinsiyetini öğrendiğimiz gün, sana koyacağımız ismi belirleyişimiz, doğumuna az kalış ve doğduktan sonra sen.. O kadar mutlu etmişsin ki beni sanki dünyanın en mutlu insanıymışım o zamanlar. Şimdi ise yazdığım her cümle canıma batıyor, kıvrandırıyor acıdan. O anlara bir kereliğine bile olsa dönebilmek için canımı veririm ama olmuyor annecim.

     Günlüğü sana vermeyi hayal ediyordum ben de ama kaldı elimde annecim, atsam atamıyorum, okumaya dayanamıyorum. O defterde değil burada anlatıyorum sana artık günlerimi, yaşadıklarımı, hislerimi. Farketmişsindir belki, artık heyecanımı, mutluluğumu değil acımı anlatıyorum sana. Ama olsun annecim, sana diyemediklerimi demek, hiç okuyamayacağını bilsem de yazmak istiyorum oğluşum. 

     Bir ölüye mektup yazmak benimki biliyorum. Psikolojik açıdan pek de iyiye işaret değildir belki ama içimden böyle geliyor oğlum, aklımı kaybetmedim ama seninle konuşmak rahatlatıyor annecim.

     Duymadığını bilsem de sana yine "oğluşum, yavrum, annecim" demek, minik kuzumla konuşmak.. İçimden gelen sadece bu..

Devamı --> »

19 Eylül 2014 Cuma

Bir adı olmalı..

     Bir adı olmalı bence bunun, bir kelime bulunmalı bunu özetleyen. Hani babası ölene "yetim", annesi ölene "öksüz" denir ya tam da öyle, evladı ölen annelere de bir şey denmeli. Yaşadığı acıyı anlatan bir kelime. Öksüz kaldı der gibi "....... kaldı" denmeli. Ondan sonra hayatının nasıl değiştiğini, ne acılar çektiğini, ne kadar yazık bir hale düştüğünü anlatan bir kelime. Hayatından, canından bir parçasının koptuğunu, eksik olduğunu anlatan; tıpkı bir kaza sonrası sakat kalan insanlar gibi ölen evladının ardından sakat kaldığını anlatan bir kelime lazım benim gibilere.

     Ben de sakat hissediyorum kendimi oğlum, koptu canımın yarısı sen ölünce ve yapamıyorum bazı şeyleri işte. Bacağı kopan birinin yürüyememesi gibi ben de yaşayamıyorum eskisi gibi. Onun yürümesini sağlayan bacağı gittiyse benim de yaşamamı sağlayan evladım gitti. Tamam, insanı çocuğu mu yaşatır diyecekler, hiç çocuğu olmayan birisi de gayet güzel yaşıyor diyecekler. Ama bir kez çocuğunu kucağına alan anne artık onsuz yaşayamaz, bunu bilir anneler. Sorsunlar anne olanlara, tek tek sorsunlar, "Çocuğun ölürse yaşayabilir misin?" diye. Kaçı "Evet, yaşarım" der. Ben söyleyeyim, hiçbiri. 

    Bir anne evladı, canının yarısı, bebeği ölünce yaşayamıyor işte. Ha tamam, cana kıyılmıyor, büyük günah ama böyle de yaşanmıyor işte. Canım yanıyor annecim, senin öldüğünü düşündükçe içerim parçalanıyor.. 

Devamı --> »

17 Eylül 2014 Çarşamba

Hayır, tek çocuk!

     Bugün abini yeni bir okula kaydettik oğlum. Servis sorunlarından dolayı mecbur kaldık ve apar topar okulun ilk haftasında yeni bir okul seçmek zorunda kaldık.

     Ben gittim kayıt için abinle, ben doldurdum bütün formları. Başka kardeşi var mı sorusunun karşısına "Yok" yazdım kendi ellerimle. Seni yok yazdım oğlum, bilemedim ne yazacağımı. Vardı ama öldü falan yazılmıyor işte. İki seçenek var ortada, başka kardeşi var ya da yok! Yok yazdım oğlum. Başka kardeşi var mı diye soran müdür yardımcısına "Hayır, tek çocuk!" dedim. O kadar zor ki sen hiç olmamışsın gibi davranmak. Vicdanım, içim parçalanıyor, sanki beni duyuyorsun, izliyorsun da üzülüyorsun sanıyorum. Eğer öyleyse affet oğlum, affet başka kardeşi yok deyişimi. Başka bir seçeneğim yok kuzum, her yerde her ortamda "oğlum öldü" diyemiyorum.

     Sen öldükten 10 gün kadar sonra mahalledeki sağlık ocağından aramışlardı. Ben açamamıştım telefonu ve halan konuşmuştu sanırım. Öldüğün kayıtlara geçmiş ve doğru mu değil mi diye sormuşlar. O kadar zoruma gitmişti, o kadar ağlamıştım ki. Neden oğlumu siliyorlar kayıtlardan diye. Şimdi anladım ki başka seçenek yokmuş. O kayıtları güncelleyen insanlar ölmüş biri için, annesinin doyamadığı, öldüğüne inanamadığı, kabullenemediği bir bebek de olsa "ölü" yazmaları gerekiyormuş.

Devamı --> »

15 Eylül 2014 Pazartesi

Hayattan beklentiler..

     Hani herkesin hayattan beklentisi farklıdır, istekleri farklıdır ya. Herkes bir şeyleri elde edebilmek için uğraşır durur. İşte o olması istenen şeylerin ne kadar değersiz olduğunu biliyorum ben artık. İş, evlilik, para, ev, araba, kariyer.. Bunlara sahip olabilmek için uğraşmak ne kadar gereksiz ne kadar anlamsızmış meğer. Düne kadar acıyıp bakamadığım dilenci kadını kıskanıyorum ben artık kucağında bebeği var diye. Yanından geçen herkes acıyorken ben kıskanarak imrenerek bakıyorum ona. Ona sorsanız benim çok şanslı olduğumu düşünür, giyim kuşamıma özenir belki ya da dilenmeyişime imrenir. Oysa benim bebeğim de kucağımda olsaydı da ömür boyu dilenseydim, sen yaşasaydın da ben ekmek, aş yüzü görmeseydim oğlum. 

     Ne hayattan bir beklentim var artık ne de umudum. Çünkü ölüm denen şeyi gördüm, tattım ben. O çaresizliği görüp de bu dünyada güçlü olabilmek için uğraşmak çok saçma. Evladımın kollarımda bitkin yatışını, gözümün önünde bebeğime kalp masajı yapılışını görmüşüm, beyaz bir kefene sarılmış ölü yüzünü öpmüşüm oğlumun ben. Ne dünyası ne hayat beklentisi..

     Bize göre çok uzun ama öbür tarafla kıyaslayınca çok kısa olan bu dünya hayatının bitmesini beklemek benimkisi. 

     İşe başlasan çok iyi olacak..
     Mezarına bu kadar sık gitme..
     Her yere resimlerini asma..
     Bütün anıları o evde, ev değiştirirsen biraz daha iyi gelir..
     Evde yalnız kalma, dışarı çık..
     Kendine bir uğraş bul..
     Resimlerine, videolarına bakma..
     Bir çocuk daha yap..
     O acı türküleri dinleme..
     Bu kadar çok uyuma..
     Ağlama..

     O kadar çok nasihat veren var ki. İyi olmam için teoriler geliştiren dostlarım, yakınlarım. Tekrar söylüyorum: Evladımın kollarımda bitkin yatışını, gözümün önünde bebeğime kalp masajı yapılışını görmüşüm, beyaz bir kefene sarılmış ölü yüzünü öpmüşüm oğlumun ben. Ne iyi olması ne dünyası ne hayat beklentisi.. 

     Bir oğlum daha var benim. İkimizde öleceğiz ama birimiz daha önce. Ya ben ondan önce öleceğim ya da o benden önce. Yani %50. %50 ihtimalle diğer oğlumun da ölümünü göreceğim ben. Bu kadar gerçek bir ihtimal varken nasıl iyi olmalıyım bilmiyorum. Ölüm bu kadar yakın ve çaresizken nasıl eskisi gibi olmalıyım anlamıyorum. Bu hayat anlamsızmış işte bunu anlayıp susmalı ve hayatın bitmesini beklemeliyiz..

Devamı --> »