Asil Miran, tatlı oğlum, can oğlum benim..
Bugün tam senin yaşında bir çocuk yaktı ciğerlerimizi annecim. Yaşasaydın şu anda olacağın yaşta tatlı bir çocuk, Ahmet. Ne onun bizden haberi vardı ne de bizim ondan. Bütün soğukkanlılığımızı takınıp sınıfta abinin karne almasını beklerken onu çağırdı öğretmen, gelsin ablasının karnesini o versin diye. Geldi de minik Ahmet, geldi ve o şaşkın, şirin haliyle verdi ablasına karneyi. Sınıftaki herkes gülüyordu. Sadece babanla ben ne yapacağımızı bilemeden, kalbimiz parçalana parçalana o sahneyi izliyor, bir yandan da inşallah Efe'nin aklına da kendi kardeşi gelmiyordur diye dua ediyorduk. Babanın gözyaşlarını tutamadığını görünce bir bakışla anlattım ağlamaması gerektiğini. Efe anlamamalı, üzülmemeliydi. Ve anladı da baban, tuttu kendini. Hani derler ya "Bağrına taş basmak", işte tam da öyle yaptı baban biliyorum. O küçücük çocuk dağ gibi babanı, beni yaktı attı. Dondu gözlerimizdeki yaş, oturdu boğazımıza bir yumru, yandı bağrımız.
Çünkü ölmeseydin seni de tahtaya çağırırdı öğretmen, sen de abine karnesini verebilirdin. Ölmeseydin abin de yanına oturturdu seni, bir kağıt bir kalem de o verirdi sana, kağıdı karalamana gülerdi o da. Ölmeseydin abin de nasıl iyi bir abi olduğunu gösterebilirdi sınıf arkadaşlarına. Ölmeseydin karne aldığı gün hem de okul birincisi olduğu için başarı belgesi alırken, bütün sınıf ona imrenirken, kardeşi yaşayan arkadaşını kıskanmayacaktı abin.
Ne garipti o an, herkes bizi tebrik edip Efe'yi kutlarken biz ailece acının pençesinde boğuşuyorduk. Yaşayan oğullarının başarısına sevinip şükrederken ölen oğullarının acısıyla yanan bir anne-baba..Çok büyük, çok acı bir çelişki bu.
Devamı --> »
Bugün tam senin yaşında bir çocuk yaktı ciğerlerimizi annecim. Yaşasaydın şu anda olacağın yaşta tatlı bir çocuk, Ahmet. Ne onun bizden haberi vardı ne de bizim ondan. Bütün soğukkanlılığımızı takınıp sınıfta abinin karne almasını beklerken onu çağırdı öğretmen, gelsin ablasının karnesini o versin diye. Geldi de minik Ahmet, geldi ve o şaşkın, şirin haliyle verdi ablasına karneyi. Sınıftaki herkes gülüyordu. Sadece babanla ben ne yapacağımızı bilemeden, kalbimiz parçalana parçalana o sahneyi izliyor, bir yandan da inşallah Efe'nin aklına da kendi kardeşi gelmiyordur diye dua ediyorduk. Babanın gözyaşlarını tutamadığını görünce bir bakışla anlattım ağlamaması gerektiğini. Efe anlamamalı, üzülmemeliydi. Ve anladı da baban, tuttu kendini. Hani derler ya "Bağrına taş basmak", işte tam da öyle yaptı baban biliyorum. O küçücük çocuk dağ gibi babanı, beni yaktı attı. Dondu gözlerimizdeki yaş, oturdu boğazımıza bir yumru, yandı bağrımız.
Çünkü ölmeseydin seni de tahtaya çağırırdı öğretmen, sen de abine karnesini verebilirdin. Ölmeseydin abin de yanına oturturdu seni, bir kağıt bir kalem de o verirdi sana, kağıdı karalamana gülerdi o da. Ölmeseydin abin de nasıl iyi bir abi olduğunu gösterebilirdi sınıf arkadaşlarına. Ölmeseydin karne aldığı gün hem de okul birincisi olduğu için başarı belgesi alırken, bütün sınıf ona imrenirken, kardeşi yaşayan arkadaşını kıskanmayacaktı abin.
Ne garipti o an, herkes bizi tebrik edip Efe'yi kutlarken biz ailece acının pençesinde boğuşuyorduk. Yaşayan oğullarının başarısına sevinip şükrederken ölen oğullarının acısıyla yanan bir anne-baba..Çok büyük, çok acı bir çelişki bu.