Kategoriler

19 Aralık 2016 Pazartesi

2
yorum
Kardeşin, doğum hazırlıkları, kokun ve ben..

Hazırlıklar yapılmalı artık,
Ben ve eş, dost, akrabalarım bir hareket halindeyiz.

Teyzen, önceleri "kız için pembe pembe al ne gerek var oğlanların mavilerini giydirme" diyordu, ben "farketmez hepsi mavi değil bir çok renk var, almayacağım bu bebeğe fazla birşey" dedikçe açık açık söyledi. "Üzülür kötü olursun, giydirme Asil Miran'ınkileri. Hem evde de tutmamalıymışsın, iyi olmazmış" falan dedi.

Anneannen, teyzenin aldığı hediyelerden, kendi aldıklarından bahsetti. "Hiçbir şeyle uğraşma sen, evdekileri hiç çıkarma, giydirme. Bunlar yeter" dedi.

Babaannen, "ne alayım bebek için" diye sordu.

Arkadaşım, "birlikte çıkalım bebek alışverişine, bir liste yapalım ne gerekiyorsa yeni alalım" dedi.

Genel olarak çevremdeki herkes senden kalan kıyafetleri, eşyaları kullanmamamı istiyor.
Giydirme Asil Miran'ın kıyafetlerini diyorlar,
Onu hatırlayıp üzülürsün diyorlar,
Biliyorlar ne kadar zor olacağını.
Ben de biliyorum ve her bir hücreme kadar hissediyorum bu zorluğu.
Ama..
Ama, elden bir şey gelmiyor. Acımdan kaçamam, kaderimden kaçamam.
Senin kıyafetini giyiyor olması değil onun kokusunu duymak, kucağıma alıp onu bağrıma basmak bile seni hatırlatacak.
Kaçamam bundan, kaçmamalıyım da bence.

Dün niyetlendim, senin eşyalarını çıkarıp, içlerinden kardeşine giydireceklerimi seçecek, yıkayıp ütüleyecektim. Gündüzden yatak odasındaki bazayı kaldırttım babana, ben zorlanıyorum açarken artık. Tüm gün öylece açık kaldı baza. Bir türlü cesaret edip senin eşyalarının olduğu hurcu açamadım. Bahaneler buldum, iş çıkardım kendime, yorgunum deyip oturdum. Ta ki gece saat 1'e kadar. Ya yapamayıp kapattıracaktım geri ya da şimdi yapacaktım.

Oturdum yere, tek tek çıkardım herşeyini.
Doğumdan hemen sonra giydiğin takım, minik minik çoraplar, şapkalar, eldivenler..
Hepsi hala mis gibi sen kokuyorlar.
Koklaya koklaya ağladım,
Ağlaya ağlaya ayırdım.
Boy boy, renk renk kıyafetler..
Büyük olanları tekrar katlayıp kaldırdım, yenidoğan ve ilk 3 ay için olabilecekleri çıkardım.
Onlardan da kimine kıyamayıp saklayacaklarımın içine koydum, kimini giydireceklerime ekledim.
Bezlerin bile duruyor biliyormusun annecim, en az 10-15 tane bezin kalmış, saklıyorum hala.
Dedim ya vermedim, atamadım hiçbir şeyini,
Buzlukta çorban bile duruyor..

Baban geldi sonradan yanıma, gözyaşlarımı sildi ve anlattı,
Anlattı, anlattı..
Takdir-i ilahiyi hatırlattı,
seni hiçbir zaman unutmayacağımızı hatırlattı,
Cennet'te kavuşacağımızı hatırlattı,
kızımızı da çok seveceğimizi hatırlattı..

Arada o da kokladı kıyafetlerini,
çekti, çekti içine derin derin..
Beni teselli etmeye devam ederken kendi içten içe yandı, gördüm.
Doğar doğmaz giydiğin, minicik Fenerbahçe çoraplarını bırakmadı ama
"Bunlar bende kalsın mı" dedi, cebinde taşıyacakmış.
"Cebinde olmaz, kirlenir, kaybolur" dedimse de kıyamadım verdim.
Sonrasında ben "Yaa vermese miydim, birini geri ver bari" dedikçe de güldük.

Kardeşin gelecek inşallah oğluşum,
Allah'ın izniyle sağlıklı olsun, hayırlı olsun, mutlu olsun, Allah'ın razı olacağı bir kul olsun.
Tek dileğim bu.
Gelirken senin kokunu da bana getirsin..


Devamı --> »

9 Aralık 2016 Cuma

Anne olma korkusu..



















Oğlum, Asil oğlum, can kuzum..
Doğduğun gün bu resimdeki, 
Kucağımda sana ilk sarılışım, ilk elini tutuşum, ilk bakışmamız..
Ne büyük mutluluk, ne büyük lütuf..
O an sevmiştim seni delicesine,
Sanki tüm ömrüm boyunca varmışsın gibi benimsemiştim seni,
Vuslattı o, kavuşmaydı
İlk tanışma değil kavuşmaydı kesinlikle
Saf, katıksız huzurdu..

Şimdi yine yeniden
Kardeşin.. 
Doğacak yakında, az kaldı.
Karnımda kıpır kıpır varlığını hissettiriyor sürekli,
Geleceğim ben diyor, bekle beni diyor, hazırlan artık diyor..

Bense....
Korkuyorum oğlum, çok korkuyorum,
Çok sevmekten, 
Çok sevip de doyamamaktan korkuyorum.

Plan yapamıyorum, ya olmazsa diye
Hazırlık yapamıyorum, ya kullanamazsam diye
Hayal kuramıyorum, ya gerçekleşmezse diye
Yüreğimde yer açamıyorum, ya acıyla dolarsa diye

Dualar ediyorum Allah'a sadece acısını gösterme diye..


Devamı --> »

22 Kasım 2016 Salı

5
yorum
Üçüncü çocuğum..

"Nasıl dayandın ablaaa, ben dayanamazdım" dedi bugün bir iş arkadaşımın eşi.
"Dayanılmıyo" dedim ama ondaki şaşkınlığı alamadı bu cevabım. Çünkü dayandığımı düşünüyordu. Gayet normal konuşup, sohbet ediyor hayata dahil oluyordum ya bu dayanamamak olmuyordu muhtemelen. Ama hak veriyorum ona, çünkü ben de sen ölmeden önce "ben dayanamam" derdim kesin. Ama dayandım. Dayanmak zorundaydım, bu acıyı yaşayan her anne gibi.
Sabır buydu muhtemelen, dayanılmaz dediğine dayanmak..

Son aylarda senin ölümünden çok bahsetmek zorunda kalıyorum. Çünkü hamileliğim nedeniyle insanların en çok sorduğu sorulardan biri "İlk çocuğunuz mu?".
"Hayır, üçüncü" deyince ben, şaşırıyorlar önce ve tabi diğer sorular geliyor "Kaç yaşındalar, kız mı erkek mi?". O zaman mecbur kalıp "büyük oğlum 11 yaşında, küçük oğlum vefat etti" gibi gayet normal cümleler kurmaya çalışıyorum.

Bugün de böyle başladı muhabbet. Hamileliğimi, ne kadar kaldığını, cinsiyetini, adını ne koyacağımızı falan sorduktan sonra "ilk çocuğun dimi abla" dedi arkadaş.
"Yok, üçüncü çocuğum benim" dedim.


Devamı --> »

18 Kasım 2016 Cuma

2
yorum
"da" eki..


                                                       evet önümüz bahardır biliyorum
                                                       leylaklar açacak biliyorum
                                                       kiraz da çıkacak yakında
                                                       iyi şeyler söylemek de gerek biliyorum
                                                       sevgilim güzelim birtanem biliyorum da
                                                       şimdilik bağışla...

                                                       Turgut UYAR

Bütün güzellikleri, olumlu beklentileri ve umudu bir tek "da" eki nasıl silip süpürmüşse şu şiirde, ben de öyle oluyorum içimin sen yanı acıdıkça..
İyiyim çok şükür ve daha da iyi olacağım inşallah.
Ama..
Senin yokluğun gitmiyor,
Senin ölüşün değişmiyor ki..

Devamı --> »

30 Eylül 2016 Cuma

6
yorum
Bebek hazırlıkları..

Kardeşin büyüyor karnımda oğlum, hamileliğin yarısını geçtik. Cinsiyeti de belli oldu.
Benden beklenen artık yavaştan hazırlıklara, alışverişlere başlamam.
Senin yatağının durup durmadığını sordu bir-iki yakınım. "Duruyor" dedim. Sorun yok, onu kullanırım dercesine. Kimsenin durumu deşip yaramı kanatmaması için konuyu kapattım.
Daha dün iş arkadaşlarımla mağazaların önünden geçerken "Ne zaman Prenses'e birşeyler alıcaz?" diye sordu bir arkadaşım.
"Haa, bilmiyorum ya daha aklımda birşey yok. Bir de Asil Miran'ınkileri çıkarıp bu kıza giydirebileceklerimi seçmem, eksikleri belirlemem lazım." dedim.
Normal, sıradan bir olaymış gibi.
Sanki sen ölmemişsin de büyümüşsün gibi.
Çocuğunun küçülen kıyafetlerini yeni doğacak bebeğine kullanacak bir anne gibi.
Oysa sen büyümedin ki
Öldün..

Sahi, nasıl yapacağım ben bu işi?
Dokunmaya, koklamaya kıyamadığım kıyafetlerini kardeşine nasıl kullanacağım?
Yıkayıp ütülemek lazım en basitinden
Ben senin kokunun sindiği kıyafetleri nasıl yıkarım?

Biliyorum bebek kokusu işte, doğacak olan kardeşin de mis gibi kokacak
Ama senden bana kalan tek şey o koku..
Resimlerin, videoların da var tabi, hatta onlarda sesini de duyuyorum
Ama canlı canlı hissedebildiğim, seni hatırlatan o koku..

Bilmem ki ne yaparım, nasıl yaparım?
Birkaçını ayırırım muhtemelen, saklarım yine.
Çıkarıp çıkarıp koklamak için,
Sana giydirdiğim gibi üst üste koyup (pantolonun üstüne giydirdiğim tişörtü serip, alta da ayakkabılarını koyup) uzun uzun izlemek için.
Çok acı bir sahne biliyorum,
Ölen bebeğinin kıyafetlerine bakarak avunmaya, hasret gidermeye çalışan bir anne..
Eskiden olsa böyle bir sahneyi düşünmek bile içimi parçalardı,
Ama şimdi benim başıma gelince ve bunu defalarca defalarca yaptıkça normalleştirdim sanırım.
Ölen bebeğimin kıyafetleri lazım bana, en azından bazıları.
Koklamak, sarılmak ve uzun uzun seyretmek için.


Devamı --> »

28 Eylül 2016 Çarşamba

2
yorum
Ev..



Evimize geldim yine, daha doğrusu dışarıdan izledim, yine..
Bu evle olan bağım hiç kopmayacak, bu evde geçen yıllarımızı hiç unutmayacağım galiba, çünkü hepsinde sen vardın oğlum.
Sana hamileliğimin büyük bir kısmı, senin doğup az da olsa büyüdüğün sonrasında da senin ölümünden sonraki 7 ay.. Hep bu evde geçti.
Mutluluğu da acının dibini de bu evde gördüm.
Sen varken ki kahkahalarımız da ölümünden sonraki feryatlarım da bu evin duvarlarında yankılandı.
Bakarken evimize dışardan hani derler ya film şeridi gibi, işte öyle geçiyor gözümün önünden hepsi.
Tuhaf..
Şimdi bir bebeğim daha olacak,
Başka bir semtte başka bir evde geçiyor hamileliğim,
Allah'tan dileğim bu günlerin sonunun acıyla bitmemesi,
Doğacak bebeğimizin ömrümüzü tekrardan huzura kavuşturması..
İnşallah..
Devamı --> »

23 Eylül 2016 Cuma

5
yorum
Mucize..

Yeniden bebek sahibi olmak..
Şükürler olsun Allah'a, mucize gibi.

Senin ölümünden sonra çook çareler aradım.
Kitaplar okumaya çalıştım, internette çok araştırmalar yaptım.
Mezarlıkta tek tek mezarları gezerdim ilk zamanlar, bebek-çocuk mezarı var mı diye bakar, ne kadar olmuş öleli diye hesaplardım. Bu mezarların sahipleri dayanıyorsa ben de dayanmalıyım derdim. Ama nasıl?
Seninle aynı yaşta ölen bir kız bebeğin mezarına (Yaren'di adı) bir not yazmayı da düşündüm. "Nasıl dayanıyorsunuz, ne yapmalıyım?" diye yazacak ve onlardan sihirli bir cümle, bir ilaç bekleyecektim. Yapmadım.
Yapamadım.
Çare bu dünyada değildi biliyordum.
Çare Allah'taydı her konuda olduğu gibi.
O'na sığındım ve bekledim.
Dayanmaya takatim kalmadığında secde ettim, sığındım Allah'a.
Bir tek o rahatlatıyordu, senin acına bedenim dayanamadığında bedenimin sahibine koşuyordum.
Senin bu beden, bu ruh, bu kul.
Ben başedemiyorum.
Sen bilirsin, ben bilemiyorum.
Yardım et Allah'ım diye.

Şükürler olsun geri çevirmedi beni.
Her seferinde hatalarıma, kusurlarıma rağmen elini çekmedi benden, dayandırdı beni.
Hele şimdi
Bebek kokusuna, evlat hasretine verilebilecek en tesirli ilacı verecek bize Allah'ım inşallah.

Çok endişeliydim hamilelik öncesinde bu kararı verirken,
"Asil Miran'ın üstüne yeni bir bebeği bağrıma basmak" fikri acımasız olduğumu düşündürüyordu bazen. "Nasıl yapacaksın?" diyordum kendime. "Asil Miran'ı unutacak mısın yani?""Onun yerine başka bir bebeği severek unutacak mısın onu?"
Bazen de bu düşünceme kızıp abine, babana ve tabi ki bana ne kadar iyi geleceğini bile bile bekliyor olmamı bencillik olarak görüyordum. "Yeni bir bebek acılarımızı ne kadar da hafifletecek, evimize yeniden neşe doğacak. Bunu bile bile neden erteliyorsun. Hele de Efe'nin hayatındaki bu acı dönemi neden uzatıyorsun?" diye kızıyordum kendime.
Bütün bu gelgitlerde de Allah'a bıraktım olacakları.
"Sen bilirsin Allah'ım, sen bizi doğru yola ilet" dedim.

Bizi bundan mahrum etmedi çok şükür. En etkili ilacı verdi bize. Yeniden evlat sahibi olabileceğiz, yeniden bebeğimizi bağrımıza basacağız inşallah.

Bebeğimizin cinsiyeti konusunda da Allah'tan bir dileğim olmadı, O'na bıraktım. "Kız-erkek farketmez, senin neyi layık görürsen öyle olsun Allah'ım" dedim hep. Ama bilinçaltım benden bağımsız erkek düşlemiş sanırım. Allah bana acıyacak ve Asil Miran'ın tıpkısını verecek tekrardan diye geçirmişim içimden, öyle hayaller kurmuşum.

Ölümünün ilk zamanları, ilk haftalarda aylarda da böyle düşünüp mezarını dinlemiştim çok kez. Allah bana acıyacak, dayanamadığımı görecek ve bir mucize verecek. Bir ses gelecek mezarından, bir ağlama sesi.. Ve ben ellerimle kazmaya başlayacağım o toprağı, birileri gelecek ve çıkaracaklar seni ordan, ölmediğin anlaşılacak..
Çok bekledim bu olayın gerçekleşmesini mezarının başında. Yere, o toprak yığınının hemen dibine oturur iki elimi de toprağa sokar ve birinin kalp atışını, nabzını dinlermiş gibi dinlerdim toprağı..
Bazen bir karınca yürürdü toprağın üstünde, ağlamaya başlardım "Hayır, daha değil, gelmeyin buraya. Bu mezardaki ölmedi, çürütmeyin onu. Geri çıkacarak Allah..." diye..

Sonraları kabullendim ölümün geri dönülmezliğini.
"Asil Miran gitti. Bu dünyada göremeyeceksin onu bir daha, kabullen" gibi çok acımasız telkinlerim oldu kendime.

Şimdi ise zavallı bilincim sana olan özlemimden olsa gerek mucize beklentisini biraz değiştirerek doğacak yeni bebeğimin senin aynın olacağını düşünmüş demek ki.
Erkek olur, Asil Miran'a çook benzer.
Ben ona her bakışımda senin gözlerini görürüm sanmışım.
Belki adını bile Asil Miran koyarız demiştim.

Kız olacakmış bebeğimiz.
Bir kız kardeşin olacak annecim.
Bu haber çok şaşırttı beni, bir boşluğa düşürdü ilk duyduğumda.
Önce sevindim, kız bebeği de tadacağız diye. Sonra bir anda "Asil Miran" dedi içimden bir ses. Ona benzemeyecek, onu hatırlatmayacak, farklı olacak bu bebek. Ağladım çok. Affet Allah'ım. Erkek değilmiş diye o gün hep ağladım.

Şimdi alıştırdım kendimi kız bebek fikrine.
Başa döndüm yine, sağlıklı ve hayırlı olsun da kız/erkek farketmez..

Devamı --> »

4 Ağustos 2016 Perşembe

9
yorum
Yeniden başlayabilmek..

Asil Miran, can oğlum..

Kaç zaman geçti sen gideli. Senin ölümünle hayatımızın yerle bir olan taşlarının, tuğlalarının, enkazının içinde çaresiz kaldık. Epeyce bir süre elleyemedik, o herbir yana saçılmış tuğlalara baka baka, yana yana uzunca bir zaman geçirdik. Ama "Hayat devam ediyor" klişesi bize de uğradı ve devam ettirmemiz gerektiğini anladık. O enkazı temizlemeli ve tekrardan örmeliydik o taşları. Özellikle de abin için.. Abini o yıkıntıların arasında yaşamaya mecbur edemezdik.

Toparlanıyoruz çok şükür. 
En baştan, sıfırdan diziyoruz taşları üst üste. Ama her bir taşta senin yokluğunun acısı, izi var bilesin. Senin ölümünle gözümüze, gönlümüze yerleşen o burukluk hiç geçmiyor. Sanki bir filtre var gözümüzde de biz baktığımız her şeyi o filtrenin arkasından görüyoruz gibi. Tam tarif edemeyeceğim muhtemelen, buruk işte herşey..

Bir bebeğimiz daha olacak, biliyorsun. Yerle bir olan hayatımıza çok şey katacak, bir çok taş yerine oturacak inşallah. Umutluyum ama o bahsettiğim burukluğu atamıyorum. Abinde, sende yaşadığım heyecan bu bebekte karışık duygulara döndü. Hamileliğim ilerliyor ama ben gereğini yerine getiremiyorum çoğu zaman. Süt içmeliyim en basitinden ya da ceviz yemeliyim mesela.. Yapayım diyorum ama bir yandan "Asil Miran'da süt içtim de n'oldu? Zaten Allah'ın yazgısını değiştiremem ki." deyip kalıyorum. Fotoğraf çekeyim diyorum, bu anları ölümsüzleştireyim. Sonra bir anda senin resimlerin geliyor gözümün önüne ya da sana hamileyken çekindiğim resimler. Sen ölüp gittin ve arkanda resimlerin kaldı ya, "bu anları ölümsüzleştireyim" diye kendi ellerimle binbir heyecanla çektiğim resimlerin... Vazgeçiyorum bir anda ve Allah'ın yazgısına bırakıyorum kendimi. Sağlıklı, hayırlı ve uzun ömürlü olması için dua ediyorum sadece, Allah'ım acısını yaşatma diyebiliyorum. Süt içmekle, sağlıklı beslenmekle neyi ne kadar değiştiririm bilmiyorum. O buruk pencereden bakarak hamileliğin gereklerini ne kadar yapabiliyorum bilmiyorum ama yerle bir olan hayat taşlarımızı örmeye çabalıyorum..
Devamı --> »

27 Temmuz 2016 Çarşamba

3
yorum
Yine derinlikler..

Ne tuhaf.
4 sene öncesine döndüm sanki, sana hamile olduğum zamanlara..
Üzgün değilim asla ama burukluk var çokça.
Aynı kıyafetleri giydiğimde özellikle, artık belirginleşen göbeğime bakıyorum ve Asil Miran mı acaba diye düşünüyorum. Mümkün değil biliyorum ama en azından sana benziyor mu diye düşünüyorum.
Belirsizlik var biraz, nasıl olacak, ne hissedeceğim kardeşini kucağıma alınca?
Seni hatırlayıp üzülecek miyim?
Sana benzerse ne yaparım? Rahatlar mıyım biraz ya da baktıkça seni görüp hüzünlere mi dalarım bilmiyorum.
Daha cinsiyeti bile belli değil. Kız bile olabilir. Bazen kız olsun istiyorum, senin yerini almasın diye. Ama hayal kurarken hep erkek hayal ediyorum, seninle yaşadığımız güzellikleri tekrar yaşayabilmeyi istiyorum.
Acaba senin haberin var mı bir kardeşin olacağından. Allah, cennette görüştürüyor mu ruhlarınızı acaba? Bilmem ki tuhaf işte, ben sanki bu bebekle bana kokunu yollayacakmışsın gibi hissediyorum.

Bazen de ona haksızlık edeceğim için üzülüyorum. O, bambaşka bir bireyken ben acaba hep seni mi arayacağım onda. O da mis gibi kokacak eminim ama ben o kokuyu Asil Miran'ın kokusu diye mi çekeceğim içime. Seninle kıyaslayıp seni sever gibi mi seveceğim. Bilmiyorum.

Abin bile aynı endişede sanırım. Bu kardeşinin adını da Asil Miran koyalım mı dediğimizde itiraz etti, "Ama o büyüyünce çok üzülür, abim ölmüş diye doğurmuşlar beni, onun adını koymuşlar der" dedi. Bilmiyorum, haksız da değil.

Bu kadar derin düşünmemeliyim biliyorum. Bir bebeğim daha olacak Allah'ın izniyle ve ben onu her şekilde çok seveceğim demem yeterli. Ama yapamıyorum henüz, senin ölümünden sonra doğacak bebeğime nasıl yaklaşacağım, ne hissedeceğim, senin ağırlığınla ezmeden haksızlık yapmadan büyütebilecek miyim bilmiyorum..

Tek sığınağım dualarım yine.
Allah'a sığınıp O'na bırakıyorum herşeyi..
Devamı --> »

26 Haziran 2016 Pazar

3
yorum
Kahrın da hoş, lütfun da hoş..

Cana cefa kıl ya vefa,
Kahrında hoş lütfunda hoş
Ya derd gönder yahut deva,
Kahrın da hoş lütfunda hoş.
Hoştur bana senden gelen,
Ya hil’at-ü yahut kefen,
Ya taze gül yahut diken,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Gelse celalinden cefa,
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Ey padişah-ı lem yezel,
Zat-ı ebed, hayy-ı ezel,
Ey lütfu bol, kahrı güzel,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Ağlatırsan zari zari,
Verirsen cennette huri,
Layık görür isen nar’ı
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Gerek ağlat gerek güldür
Gerek dirilt, gerek öldür,
Bu Aşık hem sana kuldur,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.
Devamı --> »

23 Haziran 2016 Perşembe

3
yorum
Kalp atışı..

Kalp atışı..
Ne güçlü, ne kritik bir hayat belirtisi...
Ara ara değil sürekli atmalı.
Bir tek atış bile aksamadan, hiç telafisi olmayan,
Öyle kritik..
Kalp atışı varsa hayat var, can var
Kalp atışı yoksa........

Senin öldüğün kalbinin durmasıyla netleşmişti,
Çünkü öncesinde bilincin kapanmıştı zaten,
Solunumun da durmuştu ama makineye bağlayarak telafi edilmişti.
Ama kalp atışı öyle olmuyormuş,
Kalbin durup da bi daha atmayınca "Öldü" demişlerdi senin için.
O minik kalbin durmuştu ve bir daha da dönmedi kararından.
(Muhakkak ki Allah'ın kararı tabi)

Ne kadar kıymetli olduğunu o zaman anlamıştım kalp atışının,
Ne kritik bir işaretti öyle.

Artık abine ya da babana sarıldığımda kalp atışlarını duyarsam çok etkileniyorum,
Dinliyorum içten içe,
Şükrediyorum kalpleri atıyor diye.
Seni düşünüyorum sonra
Duran kalbini..
Bir kez de Asil Miran'ın kalp atışını dinleyebilsem ya
Onun kalbi de tekrardan atmaya başlasa ya diye iç geçiriyorum.

Ama dün bir şey oldu,
Senin duran kalp atışının acısı, karnımdaki minik kardeşinin kalp atışını ilk kez duymamla sevince döndü sanki.
Sanki o iç geçirişime bir cevaptı bu,
Sen Allah'tan umudunu kesmedikçe O hiç beklenmedik mucizeler verir diye.
Çünkü senden sonra kurumuş, solmuş, ölmüş gibi hissederken kendimi
İçimde bir can yeşermişti.
Kalbi atıyordu, canlıydı
Tamam, hamile olduğum belliydi, netti ama "Kalp atışını duymayı bekleyelim" demişti doktor.
Kritik olan yine kalp atışıydı.
Minicikken, daha milimetrelerle ölçülüyorken içindeki kalp görevini yapmaya başlamıştı, atıyordu.

Ağlamaya başladım duyar duymaz,
"aaaa tamam" dedim niyeyse ve ağlamaya başladım.
Seni bilen doktorum da yorum yapamadı fazla, birkaç saniye daha dinletip çıktı ultrason odasından.

Tutardım kendimi, artık olur olmaz ağlamıyordum, senden bahsederken bile..
Ama bu yeni kalp atışını duyunca tutamadım o ayarımı.

Şükür içindi gözyaşlarım, Allah'ın beni bir kez daha sevindirdiğini gördüğüm içindi gözyaşlarım,
O'na sığınmanın ne kadar rahatlatıcı, ne kadar doğru olduğunu birkez daha anladığım içindi.
Bana bu mucizeyi tekrar nasip ettiği için.

Ama insanoğlu işte istemesi hiç bitmiyor,
Şimdi de "Allah'ım n'olur o kalp atışı durmasın, erken durmasın, ben onun durduğunu görmeyim" diye dua ediyorum.
Tıpkı abinin kalp atışları için dediğim gibi..

Zor çünkü annecim, çok zor..
Bir annenin evladının kalbinin artık atmadığını duyması çok zor.
Allah'ım hiçbir anneye yaşatmasın bunu,
Hepimizin evlatları sağlıklı olsun, bütün çocukların kalbi sevgiyle coşkuyla atsın..

Devamı --> »

17 Haziran 2016 Cuma

12
yorum
Can..

Bir can daha çoğalacağız bu kış.
Bebeğim neremde saklayım seni?
Hoş gelir,
Safa gelir,
Asil Miran'ın kardeşi..
Devamı --> »

6 Haziran 2016 Pazartesi

6
yorum
Evlat orucu..

Ramazan Ayı başladı. Zaman çabuk geçiyor aslına bakarsan. Senden sonra iki Ramazan Ayı geçmiş, bu üçüncü.

Nedense son ikisini çok hatırlamıyorum, en net hatırladığım senle olan. Emziriyordum seni ama yine de oruç tutmak istemiştim. Çok dua etmiştim Allah'a sütüm azalmasın diye. Öyle de olmuştu çok şükür. Ben oruçluyken de sen gayet iyi doyardın, sütte azalma olmamıştı aksine artmıştı bile sanki.

Koşuşturmayla geçen plansız düzensiz bir Ramazan'dı. Tam iftar vakti sen uyanırdın, bazı günler seninle ilgilenicem diye orucumu açamadığım olurdu. Abinden bir parça ekmek isterdim çok dayanamayınca. Kızardım biraz sana içten içe, söylenirdim yani "oğlum bi yarım saat müsaade etsen. Nasıl ayarlıyorsun tam bu saatte uyanmayı!" diye. Ya da sahur vakti ezan okunmasına çok az kalmışken ben hala seninle uğraşıyor olurdum, yine söylenirdim senin vakitsiz uyanmana, uyumamana..

Şimdi o kadar boşum ki. İstesem ne sofralar ne yemekler hazırlarım kendime. Çeşit çeşit yemekler, börekler, tatlılar yapacak kadar çok vaktim var. İlgilenmem gereken küçük bebeğim yok çünkü. Sen yoksun. Tamam vaktim çok ama tadım yok annecim. O koştura koştura, bazen bi parça ekmekle açtığım oruçların keyfi  yok.

Nedense zorlanmıyorum, özel bir hazırlığa gerek duymuyorum. Düşünmüyorum bile ne yaparız, ne yeriz, nerde yeriz diye.  Açlığın, susuzluğun zor geleceğini düşünmüyorum artık. Bedenin aç kalması nedir ki ben asıl evlat orucunu tutuyorum, hem de bir ömür süren. İftarı ahirete kalan evlat orucu benim tuttuğum. Ne sahuru var ne ezan saati belli. Bekliyorum işte bilemediğim bir iftar vaktini. Senin yokluğunun verdiği acı, o acıya sabırla dayanmaya çalışmam ibadet gibi sanki. Bu evlat orucunu layıkiyle tutabilirsem, inşallah, benim bayramım o zaman olacak..
Devamı --> »

5 Haziran 2016 Pazar

Bir Melek daha..

Evlat acısı öyle derin öyle zor ki. Buraya yazdıklarımı okuyarak çok ağlayan oldu bana, benim için dua eden çok insan var biliyorum. Hiç tanımasalar da ne seni ne de beni, azıcık empati yapıp çocuğunun ölümünü düşünen kim olursa olsun dayanamıyor.
En son paylaşımınız benim kıyametimin koptuğu gün tahamın melek olduğu gün 20 gün geçti çok yanıyorum uykusunda melek oldu 25 aylık oğlum bana ulaşırmısınız............. lütfen çıldırıyorum aklımı oynatacam
Şu yukarıdaki yorumu okuyunca da benim içim yandı, "Allah'ım n'olur yanlış anlamış olayım, n'olur yanlış olsun" diye diye defalarca okudum. O annenin şu an çektiği ızdırabı, yaşayarak bilen biri olarak içim çekildi üzüntüden. Yazıştık, telefonla konuştuk. Kısmet olursa bir gün yanına gidip omuz omuza verip ağlayacağım. Çünkü onun şu anda sadece buna ihtiyacı var. Sadece yaşadığı acının ne kadar büyük olduğunu, onun ne kadar zor durumda olduğunu anlayacak birilerine ihtiyacı var. O da biliyor aslında bu dünyanın geçici olduğunu, o da biliyor Cennet'te bebeğine kavuşacağını. Ama yine de dayanması zor işte, her şeye her teselliye rağmen ağlamamak, acıdan kıvranmamak imkansız.

Ben burda dua ediyorum her aklıma gelişinde Allah'ım annesine yardım etsin, ona dayanma gücü versin diye. Oğluşum sen de minik Taha'ya arkadaşlık et orda..
Devamı --> »

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Sadece susarak özlüyorum seni..


Sadece susarak özlüyorum seni.
Sense uzak, çok uzakta
Bir deniz gibisin resimlerde...
Devamı --> »

16 Mayıs 2016 Pazartesi

2
yorum
Anlamsız..

Küsmüşüm senden sonra her şeye,
Şimdi şimdi farkediyorum.
Pek bi anlamı yok geçen günlerin
Öylesine geçiyor zaman.
İsyan değil, haşa
Ama bi anlamsızlık sarmış bütün dünyayı
Sonunda ölüm olmayacak mı
O yüzden anlamsız her şey...

Ölmeseydin ne değişecekti,
Hayat çok mu anlamlı olacaktı?
Ya da abinin varlığı bu hayata yeterli anlamı katmıyor mu?
Tabi ki, çok şükür Allah'ıma..
Muhakkak abin benim en büyük şükrüm,
O olmasaydı asıl o zaman görürdüm bu dünyanın yükünü ben.
Bunu çook iyi biliyorum.

Senin ölümünden sonra dünyaya küslüğüm ölümle ilgili sanırım.
Sen benim gözümü açtın, ölümü öğrettin.
Bu dünyanın yalan oluşunu gösterdin bana, giderek..
Çat diye, bir gecede ölerek..
Bak anne, bu dünya böyle yalan, hayal işte dedin.

O yüzden, senden sonra her durum, her his, her olay boş geliyor bana,
Anlamsız.
Yeterli anlamı yükleyemiyorum hiçbir şeye.

Sonunu bildiğim bir filmi izliyormuş gibi izliyorum dünyayı.
Öyle heyecansız, öyle meraksız...
Birisi birşeye çok sevindiğinde "Gerçek değil hayal bu, kaptırma kendini" diyesim geliyor.
Ya da çok üzülen birine "Bu üzüldüğün basit, geçici birşey, üzme kendini" diyesim; filme dalıp gidenlere filmin sonunu anlatasım geliyor.

Tüm anlamı bu dünyaya yükleyenlere senin ölümünü anlatasım geliyor..
Devamı --> »
Ecel gelir Hak'tan ferman..
Can çekilir kalmaz derman..
Ekin idim oldum harman
Savursunlar yele beni..
Devamı --> »

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Yarım..

Yarım...
Her şey yarım..
Anneler günü bugün,
O da yarım...
Doya doya keyfini yaşamıyorum anneler gününün,
Bir yanım abinin varlığıyla mutlu
Öbür yanım senin yokluğunla azapta..

Annesi ölenler için bugünün verdiği acıyı düşününce
Çok zor...
Benim gibi evladı ölen anneler için de ayrı bi zor bugün..

Herkese kendi çektikleri, kendi acıları zor geliyor muhtemelen
Belki benim sana bu yanışlarım, bir başkası için hafif gelebilir
Ama özünde herkes acıyı, ölümü tadıyor.
Bu da anlamsızlaştırıyor her şeyi
Yarım bırakıyor bütün hisleri...
Her mutluluk, her güzel olay bitecek;
Her acı, her zor gün de geçecek..
O zaman anlamsız işte bütün uğraşlarımız,
Anlamsız, kötü olaylara üzülmelerimiz
Anlamsız, iyi şeylerde de mutlu olmamız..

Asıl amacın, asıl hayatın burası olmadığı gerçeği
Bu dünyayı yarımlaştırıyor.
Burası tamın yarısı.
Ben de ikiye ayrılmış halde bir anneyim
Bir yarım bu dünyada
Bir yarım seninle göçmüş öbür tarafa..

Anneler günü mü?
Yarım yarım kutladım işte..


Devamı --> »

5 Mayıs 2016 Perşembe

2
yorum
Mayıs..

Mayıs ayı geldi yine.
Ne olacak böyle bilmiyorum ki?
Mayıs'a olan bu kızgınlığım nasıl geçecek?
Nasıl affedeceğim bu ayı?

İki yıl önce 5 Mayıs'ta yaktı beni, hala yanarım yanarım bitmez.
Ne bitmez külüm ne tükenmez takatim varmış da iki yıldır ciğerimin tam ortasında yanan kora dayandı.

Her 5 Mayıs'ta seni bir kez daha kaybediyorum, bir kez daha kayıp gidiyorsun kucağımdan.
Sanki bu sefer bir şeyler yapsam kurtaracakmışım gibi hissedip 5 Mayıs  sabah 08:20'den sonra tekrardan ölümün geri dönülmezliğini anlıyorum..

2014 Mayıs'ını tekrar tekrar yaşıyorum.
4 Mayıs gecesi hastanede doktorların beynindeki tümörü bize anlatışını...
Gece acil müdahale edip kafatasında bir delik açtıklarını...
Sabah ameliyata alınacağını...
Ağlayarak dua edişimizi...
Gece saat 3 gibi yoğun bakımda yanına gelip, yaşarken seni son kez izleyişimizi..
O küçücük, mis gibi bebek bedeninin kocaman, her yanı kablo, makine dolu yoğun bakım yatağına hiiiç yakışmadığını...
Dokunmayın dedikleri için sadece ayaklarını okşayışımı..
Ve sabahı tabi..
Ameliyata alınmanı beklerken saat 08:20'de kalbinin duruşu ve 09:05'te öldüğün haberini alışımızla biten hikayen..
O yoğun bakım kapısının önünde babanla birbirimize dayanıp çaresiz bekleyişimiz..
Kaskatı olup titreyişimiz, dilimiz dönmese de yüreğimizle dua edişimiz...
O belirsiz 45 dakikanın sonunda yoğun bakımın o kayar kapısının açılması ve hep birlikte bize yaklaşan doktorlar, hemşireler..
Allah'ım ne büyük acı.
O kötü haberi vereceklerini anlayıp konuşmalarına engel olmak...
"Gidin, gelmeyin bir şeyler yapın... Doktorsunuz siz, bir şey yapın... Yoğun bakım orası, makineye bağlayın bir şey yapın... Bırakmayın oğlumu, bir şey yapın..." 

İnanamadı aklım senin öldüğüne,
Bebekler ölür mü hiç..
Bir anda, hiçbir şey yokken daha anne-babası gencecikken bebekler ölür mü hiç..

İnanmadığım için gösterelim dediler, aldılar içeri.
Koridorda üzeri yeşil örtüyle örtülü metal bir yatak...
Belli ki altında yatan küçücük bir beden...
Hani filmlerde olur ya örtüyü baş tarafından yavaşça kaldırırlar.
Öyle yaptılar, nur gibi yüzün göründü.
Allah'ım ne büyük acı...
Sarıldım o gül yüzüne, kokladım.
Bir yandan da doktorlara gösteriyor, yalvarıyordum.
"Bakın hala sıcacık, ölmemiş işte... N'olur bir şeyler yapın..."
.............
Ertesi gün, 6 Mayıs'ta Karşıyaka Mezarlığının camisinde, Gasilhane yazan o yerde,
Yine aynı şekilde açtılar yüzündeki örtüyü.
Yine sarıldım gül yüzüne, kokladım.
Ama o zaman buz gibiydi tenin.
Vücudunu, göğsünü açtım, son kez gezdirdim ellerimi kokun sinsin diye, 
senden bir şey kalsın bana diye...
Ellerini öpmeye çalıştım ama olmadı, kaskatı olmuş bükülmüyordu kolun.
"Ölü sertliği" diye bir kavram varmış, sonra öğrendim.
Minicik bebeğimin minicik ellerinde, ipek gibi teninde öğrendim "ölüm"ü..




Devamı --> »

30 Nisan 2016 Cumartesi

Hayal ediyorum.

"Yılda iki bayram gözüme görün
  Hasretine dayanamam, ölürüm.."

Komşumuzun oğlunun resmini gördüm internette.
Senle yaşıt olan..
Çok büyümüş.
Maşallah dedim en başta hemen.
Ama çok tuhaf geldi bana onun o kadar büyümüş olması.
Senin büyüyüşünü göremedim ya o yüzden olsa gerek, şaşırıyorum.
Sonra bir hayale dalıyorum derin ve acı.
Senin o hallerini hayal etmeye çalışıyorum.
Konuşsa nasıl olurdu sesi, uzun uzun cümleler kursa ne anlatırdı diye.
Yürüyüşünü, koşuşunu hayal ediyorum.
Kendimi düşünüyorum sonra.
Ölmeseydi bebeğim, ne kadar mutlu olurdum diye.
Sonra dönüyorum bu halime ama
Hayalimi özlüyorum..

Devamı --> »

27 Nisan 2016 Çarşamba

2
yorum
Rüyama geldin, hoşgeldin bebeğim..

Ne garip şu rüya hallerimiz.
Biz uyurken çalışan beynimiz çok da düzgün çalışmıyor galiba.
Çünkü normalde gerçek olmadığını, olamayacağını bildiği şeylere rüyamızda inanıyor beynimiz.

Seni gördüm rüyamda dün gece,
Sen çok acıkmıştın ve emzirmeye başlıyordum seni.
Kendi kendime "Yaa ben niye bu kadar uzun süre emzirmedim ki oğlumu, nasıl acıkmış yavrum." diye düşünüyor, kızıyordum kendime.

Akılsız aklım, uyuyan beynim unutmuş herhalde senin öldüğünü. Uzuun süredir neden emzirmediğimi sorguluyor. Tuhaf.

Ya da şimdi düşündüm de rüyalarımız sadece beynimizin aldanması olmayabilir belki.
Belki Allah'ım, seni görüp rahatlamam için,
Sana, emzirirken olduğum kadar yakın olmayı hissedebilmem için gördürdü bu rüyayı bana.
Belki Allah'ın bana sunduğu bir lütuftur senin geldiğin rüyalar.
Öyleyse Hoşgeldin rüyama kuzucum..
Devamı --> »

12 Nisan 2016 Salı

7
yorum
Can Suyu..

Bahar geldi.
Yine...
Çiçekten, bahçeden hoşlananlarda bir hareket başladı.
Bahçeler düzenleniyor, yeni tohumlar, çiçekler ekiliyor.
Fotoğraflar paylaşılıyor bahçelerden, saksılardan.

Ben senden sonra edindim bu alışkanlığı,
Senin o küçücük mezarın, benim bahçem oldu kuzum.
Toprağının boş kalması, üstündeki çiçeklerin kuruyup solması acıtıyor canımı çok.
Nedense.
Muhtemelen şu soğuk mermer ve kara toprak simgelerinin verdiği acıdan.
Diktiğim çiçeklerle mezarındaki soğuk mermeri ısıtmaya, kara toprağını renklendirmeye çalışıyorum aklımca.


Abinle bu Pazar günü geldik yanına,
Çiçekleri ona seçtirdim, neyi nereye dikeceğimize birlikte karar verdik.
Yukarıdaki kalbin tam ortasına mis kokulu kekik, etrafına sarı menekşeler; aşağıya da iki lila rengi papatya..
Sarı-lacivert taşlar geçen yıldan kalma. Yıkayıp tekrardan dizdik toprağının etrafına.
Ben çiçeklerini diktim,
ellerimle değiştirdim toprağını.
Geçen sonbahar diktiğimiz ama üzerinden geçen zorlu Ankara kışından sonra kapkara olup kuruyan çiçekleri taa dipten, köklerinden söktüm. Çiçeği kökleriyle birlikte yavaş yavaş çektikçe o toprak açılıyor ya. Canımı alıyor sanki annecim. Bi an o toprağın içinden bana ellerini uzatacaksın sanıyorum. Bedeninin çook daha derinde olduğunu biliyorum ama bilmek işe yaramıyor bazen. Bilsem de asla ordan çıkmayacağını "bi çıksa, ahh, bi uzatsa o minik ellerini.." diye iç geçiriyorum bazen. Pazar günü de öyle oldu, mezarını baharla süslemek için toprağının yaklaşık 10 cm.lik üst katmanını kaldırıp attım. Bir ağacın dibini epeyce kazıyarak tertemiz, doğal toprak çıkardım. Bu yeni toprağı yaydım mezarının üstüne, çiçeklerimizi diktim. Yeni çiçeklerin can suyunu ilk abine döktürdüm, bir yandan da anlattım abine can suyunun ne olduğunu. Can suyu.. Ne güzel bir tabir değil mi! Bitkiler canlansın, yaşasın, büyüsün diye, dikildikten sonra verilen ilk su. Biraz garip bir durum işte. Minik bebeğimin mezarına can suyu döküyorum ama bebeğim için değil, minik çiçekler için.
Bir an öyle olsaydı diye bir hayal geçiyor aklımdan, o can suyu ölen insanlarda da işe yarasa ya..
Sonrası gelmiyor hayalimin.
Çünkü biliyorum.
Kim olduğumu, " kul" olduğumu biliyorum.
Veren de O, alan da O, biliyorum.
Şu dünyadaki  hiçbir bilim, hiçbir teknoloji, hiçbir güç bunu sağlayamaz biliyorum.
Kul olduğumuzu, gücün, var etmenin sadece O'na ait olduğunu bir kez daha idrak ediyorum.
Hamd olsun Allah'ım, verdiğine de aldığına da. Senden gelen her şeye Hamd olsun.
Bu dünyada bana zulüm gelen bu günler de geçecek ve eğer layık olabilirsem senin gittiğin yere, orda kavuşacağız.
Şimdilik minik cennet bahçemiz senin mezarın.
Kabul ettik, benimsedik.
Süsledik, temizledik.
Ailemizin minik bahçesine baharı getirdik.

Devamı --> »

8 Nisan 2016 Cuma

4
yorum
Zaman = İlaç

"Zaman birçok şeyin ilacı" demişlerdi de inanmamıştım. Ama öyleymiş, yaşayarak öğrendim.

Senden sonra aylarca işe gitmemiştim. İstifa etmek istediğim için çok tartışmıştım babanla. O benim iyi olmam için işe devam etmem gerektiğini söyledikçe kızıyordum ona. Efe için ve senin için deneyeceğim demiştim. Ama başaramazsam istifa ederim diye de tehdit etmiştim babanı.

İşe döndüğüm ilk günlerim ağlamakla geçmişti, masamdaki her bir nesne dünyamı alt üst ediyordu. Bilgisayarımdaki dosyalarım, belgelerim, çalışmalarım; çekmecemdeki kalemler, ataçlar, zımba; masamdaki not defterim.. "Oğlum varken vardı bunlar, tamam ama şimdi oğlum öldü bunlar yine var." diyor sen öldükten sonra dünyanın yıkılmamış olması zoruma gidiyordu. Arkadaşlarım masamdaki resimleri kaldırmışlar ben gelmeden. Senin ve abinin türlü türlü resimleri vardı, kolaj yapmıştım ikiniz için de.
Bunları taziye için geldikleri bir gün babaannene bırakmış iş arkadaşlarım, ben görmeyim diye. Çok sonradan öğrendim.
Onlar resimleri kaldırmıştı, ben de kalanları kaldırdım masamdan. Kişisel hiçbir şeyim olmasın istedim önümde. Monitör, klavye, mouse yeterdi. Sadece takvimi kaldıramadım. 2014 yılı takviminde Mayıs ayı kalmış hala. Bakıp bakıp çok ağladım.

1 Mayıs tatildi, sen abin ben evin yakınındaki 365 AVM'ye gitmiştik son kez.
2 Mayıs iş çıkışı seni ve abini babannenlerden alıp eve getirirken bir anda çok şiddetli yağmur yağmıştı. Sen bebek arabasındaydın, yürüyorduk. Islanmayalım diye bir dükkanın tentesinin altında beklemiştik 5 dk. yağmurum şiddeti geçene kadar. Bahar yağmuruydu, şiddetli yağıp ve çabuk kesilmişti. Çok dikkatle izlemiştin sen, sanki dünyaya son bakışınmış gibi. O bebek halinle ama çok bilgece izlemiştin yağmuru.
3 Mayıs Cumartesi, abin babanla evde kalmak istemişti, biz ikimiz hava almak için çıkmıştık dışarıya. Yeni açılan bir dükkan gördük, Hatay'ın yöresel ürünleri satılıyordu. Senin için pekmez almıştım. (İki gün sonra sen öldün, o pekmez kaldı.)
4 Mayıs Pazar hastaneye götürüşümüz.
5 Mayıs Pazartesi ölüşün.
6 Mayıs seni toprağa verişimiz.

Sonrasında anlamlı hiçbir gün yoktu benim için. O yüzden o takvimin yaprakları hiç ilerlemedi. Benim dünyam gibi takvimim de Mayıs 2014'te kaldı.

Kendime kızıyor, ruhsuz vicdansız bir anne olduğumu düşünüyordum. Bebeğim öldü ama ben işe gelip çalışabiliyorum diye. Çalışmak diyorum ama çalışamadım epey bir süre. Sağolsunlar iş falan da istemediler benden. Zamanla işyerinde ağlamalarımı azalttım, sadece serviste ağlıyordum giderken ve eve dönerken.
Bir süre yemeğe falan gidememiştim işyerinde, insanlarla karşılaşmamak için. Birkaç arkadaşımla hep dışarı çıktık öğlenleri. Sağolsunlar, kahrımı hep çektiler o dönemde. Sonrasında yemekhaneye de gitmeye başladım yavaş yavaş. Yemeğimi yerken bi anda tutulup kalıp ağladığım dönemler de oldu ama onlar da geçti.

Zaten çok makyaj yapan bir tip değildim, hafif bir göz makyajı yeterdi çoğu zaman. Takı olarak da bi küpe, bazen bi bileklik ya da bi kolye olurdu. Senden sonra ne makyaj ne takı tabi. İlk iki ay dişlerimi bile fırçalamamıştım. Düşünsene iki ay fırçalanmayan dişleri :) Babanın ısrarları üzerine iki ay sonra ara ara da olsa diş fırçalamaya başlamıştım. İlk günler banyo yapıcam diye girer dakikalarca suyun altında ağlardım. İki-üç hafta sonra tam anlamıyla banyo yapabilmiştim.

Şimdilerde saat takıyorum hergün ama takı yok hala, nedense. Yataktan çıkıp gelmiş görüntüsünü azaltmak için de eye-liner ya da kalem sürüyorum, o kadar. Ha bak takı yok dedim ama senin ölümünden sonra yaptırıp daim taktığım kolyemi unuttum, o hep boynumda. Dövme yaptırmak istemiştim sen öldükten sonra, senden kalıcı bir iz olsun diye. Günah olduğunu anladıktan sonra vazgeçip bu kolyeyi yaptırmıştım.


Zaman geçti. Acıtarak, inciterek, hırpalayarak geçti ama geçti.
İyiyim, hayata katılıyorum, devam ediyorum.
Tayin isteyip 9 yıl çalıştığım işyerimi değiştirdim.
Bambaşka bir yerde, bambaşka insanlarla, bambaşka bir iş yapıyorum.
Çalışıyorum, kendimi verebiliyorum işe.
Ama çalışma masamda Mayıs 2014'te kalan o takvim hala duruyor.




Devamı --> »

1 Nisan 2016 Cuma

7
yorum
1 Nisan..


                              2 sene öncesi,
                              Yine 1 Nisan sabahı..
                              Saat 07:23:38
                              İşe gitmek için seni babaannenlere bırakmalıyım.
                              Sen bizim yatakta şöyle huzurla uyurken uyandırıyorum.
                              Yaklaşık 2,5 aydır yapıyorum bunu.
                              1 yıllık doğum iznini bitirip işe başladım çünkü.
                              Her sabah erkenden seni sıcacık yatağından çıkarıp babaannenlere bırakıyorum.
                              Ben işe gidiyorum.
                              Olacakları bilmeden.
                              Bu hayattaki son 35 günün olduğunu bilmeden o 1 Nisan sabahı da bıraktım seni.
                              Bilseydim...
                              Bilseydim 35 gün sonra öleceğini...
                              Bilseydim öleceğini..

Devamı --> »

31 Mart 2016 Perşembe

Unutursun..


"Unutursun için yana yana,
Unutursun ölüm sana,bana...
Zaman basıp kanayan yarana
Unutursun.."



Sahi!
Ne oldu oğlum?
Ne oldu, nasıl oldu?
Dolu dolu, an an seninle yaşarken,
Nasıl oldu da iki senedir sen yoksun ben devam..

İnsanoğlu mu kötü acaba? 
Hani bir tür hayvanız ya biyolojik olarak.
Öyle mi?
Yoksa Allah'ın bize çektiği bir ayar mı bu?
Şüphesiz ki bu, değil mi?
Allah en doğrusunu bilir ve yapar.
İnsanoğlunu da en doğru şekilde yarattı şüphesiz.

Dişi insan, yavrusu olunca herşeyini ona adar,
Tüm zorluğa, yorgunluğa rağmen yavrusuyla geçen bir anında bile "Off" demez.
Sever yavrusunu, doymaksızın sever,
Ölesiye sever..
Ama ölürse yavrusu, anneden önce
O düzen, o ayar devreye girer ve anne, ona imkansız gelen şeye dayanır.
Bir şekilde, hiçbir şey yapmadan..
Ne yapacağını bilemez anne ama Allah kurgulamıştır herşeyi.
Dişi insanın birşey yapmasına gerek kalmadan zamanla..
Zamanla..
Yaka yaka..
Acıta acıta..
Ama dayana dayana..
Devamı --> »

28 Mart 2016 Pazartesi

Bir çocuğa ölümü anlatmak..

Sen öldükten sonra abinle uzun uzun konuşmalar yapmıştık.
Ona senin öldüğünü anlattık ilk, kötü haberi verdik.
Sonra artık olmayacağın fikrine alışırdık defalarca kez tekrarlanan konuşmalarla.
Ölümünün bizim hatamızla ya da ihmalimizle olmadığını anlattık.
İlahi kaderi, bu dünyanın geçici oluşunu, cenneti ve ordaki sonsuz hayatı anlattık..
Ölmeseydin ve beynindeki o kanserle yaşasaydın, senin nasıl zorluklar yaşayacağını, çekeceğin acıları, bizim çaresiz kalacağımızı... Belki de Allah'ın seni alarak o acılardan koruduğunu uzun uzun anlattık abine.

Daha 9 yaşındaydı abin çünkü, bu acıyla kendi başedemez diye.
Senin ölümünün acısı çok çok zorladığında bunları düşünerek teselli olsun diye.
O küçücük dünyasına, hayatı yeni kavramaya başlayan zihnine ölümün umutsuzluğu yansımasın diye.
Hayattan umudunu kesmesin, Allah'ı kötü bilmesin, küsmesin diye.

Dinlerdi dikkatle bizi, aynı soruları her gece uyumadan tekrar tekrar sorardı. Gözleri dola dola, sesi kısıla kısıla, boynu büküle büküle dinlerdi. "Ama..." diye başlardı hep cümleleri.

"Tamam dediklerinizi anlıyorum ama..."

"Ama o hasta değildi ki?"
"Ama doktora götürmüştük?"
"Ama o daha küçücük, n'apacak bizsiz orda?"
"Ama ben kardeşimi özlersem?"
"Ama şimdi biz napıcaz?"
"Ama okulda bana sorarlarsa?"
"Ama artık hep mutsuz olacağız biz?"
"Ama ben bi daha gülemem ki?"

Bütün bu ama'lı sorulara bazen hiç ağlamadan dimdik, bazen ona sarılıp ağlayarak cevaplar verdik. İkna ettik abini. Kabullendirdik. Çok şükür aştı birçok şeyi, kalmadı bir travma. Uzun süredir de senin için ağlamıyordu.

Dün şaşırttı beni.
Yatağına girdikten 15-20 dk. sonra "Anneee, bi gelir misiiin?" diye seslendi. Nedense anladım sanki kötü birşey olduğunu. Çünkü çok yapar bunu. Uykusu gelmemiş olur ve sudan bir bahaneyle ya yataktan çıkar ya da beni çağırır. Ben de kızarım çoğu zaman ve hemen yatağına gönderirim. Ama dün yapamadım öyle. Üst katta tam ütü yapmaya başlamıştım. Normalde ütüyü falan kapatıp gitmezdim ama dün hissettim belki de. Beni çağırınca hemen ütüyü kapatıp odasına indim. Ağlıyordu.

"Anne, kardeşime üzüldüm ben biraz" dedi.
Sora sora, anlata anlattıra öğrendim ki kurstaki stajyer öğretmen, abinin bilgisayarında senin resmini görmüş ve "Kardeşin mi?" diye sormuş. Efe de "Evet" diyebilmiş sadece.

Yine uzun bir konuşma yaptık. Bilgisayarın masaüstü arkaplan resmini değiştirdik. Biraz başka şeylerden bahsettik, okulla gideceği Çanakkale gezisini falan konuştuk. Sonra da birlikte sarılarak uyuduk.

Şimdi okulda abin ve umarım seni düşünmüyordur.



Devamı --> »

24 Mart 2016 Perşembe

2
yorum
Teknolojinin Zararları..

Teknoloji bazen cok ağır mı oluyor acaba. Yani bu kadarı fazla mı? Bir sınırı olsa mıydı?

Son günlerinden birkaç video izledim şimdi. O kadar zor ki dayanabilmek. Ölümünün üzerinden geçen yaklaşık iki seneye, benim engin soğukkanlılığıma rağmen ağlamadan, yanmadan izleyemedim yine.

Acaba hiç videon, resmin olmasaydı daha mı kolay olurdu? Çünkü seni öyle aynı, kanlı canlı gülerken, oynarken, ağlarken görüyorum ama dokunamıyorum, alıp bağrıma basamıyorum ya.. O zaman hasret çok vuruyor annecim, seni özleyişim dayanılmaz oluyor. Ağlasam da geçmiyor, dişlerimi sıkıp nefesimi tutsam da geçmiyor. İstiyor seni bedenim, anneliğin verdiği bütün his, sevgi, şefkat ne varsa hangi hormonlar sağlıyorsa bunları, boğazıma yapışıyor ve "Ver diyorlar bana ver oğlumu.." Aklımla, beynimle senin öldüğünü, artık gelmeyeceğini biliyorum ama bedenimin diğer parçalarına bunu anlatabilmek zor oluyor işte. Gözlerim mesela.. Fotoğrafta veya videoda seni aynı şekilde görünce şu meşhur şartlanma deneyindeki gibi oluyor. Beyin gözden aldığı sinyali seninle eşleştirip arkasından senin kokunu almamı, sana dokunup sarılmamı bekliyor. Kulaklarımdan senin sesinin sinyalleri gidiyor beynime. Ve beynim daha da artırıyor devamındaki beklentisini. Hormanlar salgılanıyor vücudumda, beyin baskı yapıyor duyu organlarıma, yüreğim çarpıyor da çarpıyor. "Bak oğlunu görüyorsun.Sarıl işte bas bağrına.." diyor kollarıma. "Çek kokusunu içine" diyor burnuma.  Senin videodaki hayaline aldanan beynim, olmayışının gerçekliğiyle yüzleşen vücuduma olmayacak komutlar verip acı çektiriyor.

Aklımın, mantığımın, beynimin bütün sükuneti bitiyor o zaman. Bildiğim bütün teselli, sabır cümleleri uçup gidiyor. Ölüm bi anda şaşırtan, akıl erdiremediğim bir hal alıyor yine.

Nasıl olur, nasıl olur da benim bebeğim ölür?
Nerde şimdi, ne oldu oğluma?
Ya da ben nerdeyim? Ne yapıyorum böyle?

Devamı --> »

21 Mart 2016 Pazartesi

Tavan arasındaki oyuncaklar..

İki çocuklu bir evde ne çok oyuncak olur değil mi?


Bizim evimizde de çok var, abinden sana kalanlar, sana aldıklarımız, abine aldıklarımız.. Abinin odasındaki oyuncak sepetinde dururdu çoğu. Henüz senin ayrı odan olmadığından senin eşyaların/oyuncakların ya abinin odasında ya da bizim odada olurdu. 

Sen öldükten sonra uzun bir süre hiçbir eşyana dokunmadım, kimsenin kaldırmasına da izin vermedim. Başının izi olan yatağın yaklaşık bir ay boyunca böyle boooş boş durdu başucumda mesela. Gece uyandığında seni pışpışlarken oturduğum sandalyeyi bile kaldıramamıştım.



Benim yattığım taraftaki etajerin üzerinde bezler, ıslak mendil, kağıt havlu, emzik kutun ve yine birkaç küçük oyuncağın durdu uzunca süre yine sen öldükten sonra. İnanmamıştı aklım, dimağım senin gerçekten öldüğüne.

Sonra o eşyaların verdiği acı dayanılmaz olunca kendim kaldırmıştım, tek tek. Tek tek, özenle, ağlaya koklaya kaldırmıştım eşyalarını. Oyuncaklar ayrı bir kutuda, kıyafetlerin ayrı bir kutuda duruyor hala. İçlerinden en çok giydiklerini, oynadıklarını küçük bir çantaya koyup ayırmıştım. Kolayca çıkarıp koklamak için.

Dedim ya oyuncakların abinin odasındaydı diye. Seninkilerle birlikte abininkileri de kaldırdım. Zaten oynamıyor artık büyüdü diye. Geçenlerde okulda yapacağı bir faaliyet için bir oyuncak lazım oldu, tavan arasındaki oyuncak kutusunu açtık. Zaten uzun süredir istiyordu abin, özlemişti oyuncaklarını. Tek tek inceledik birlikte hepsini. "Aaaa böyle bir oyuncağım da vardı dimiii, aaaa ben bunu kayboldu sanıyoduuum" diye diye heyecanla kurcaladı hepsini. Senin oyuncakların da çıktı kutudan ve biz hiç canımız acımıyormuş gibi yaparak onları da hatırladık abinle. Onlarla yaşadığımız anılarımızdan bahsettik. Benim canım çok yandı bunu biliyorum ama sanırım abine de zor geldi senin oyuncaklarını tekrardan görmek. Çünkü bir ara kendi oyuncaklarına sevinirken "İyi oldu böyle yaa normalde hiç yüzüne bakmadığın şeyleri nasıl da özlemişsin. Bir şeyin kıymeti onu kaybedince anlaşılırmış derler ya seninki de öyle oldu annecim" dediğimde ben "Evet anne, mesela kardeşim ölmeden önce ben hep onu gıcık ediyodum, ağlatıyodum. Ama şimdi olsa hiç üzmem onu" dedi.

Evet, buna eminim. Şimdi olsan hiç üzmez seni. Şimdi olsan..Keşke..
Devamı --> »

10 Mart 2016 Perşembe

Home Sweet/Painful Home.

2,5 ay önce bebeğini kaybeden bir anne..
Annesinin evinde kaldı bu süre boyunca.
Şöyle başlayan bir yazı yazmış bugün,bloğuna.
Geri dönüş çok yakın
ama dönmek istemiyorum
ve hayır kalmak da istemiyorum.
Çok uzun zamandır ne istediğimi bilmiyorum.
İçim yandı yine,
Ne yapsam ne desem de biraz azaltsam acısını diye düşündüm,
Yorum yazayım dedim post'un altına
Ama ne yazacağımı bile bilemedim.

Senden sonra evimize ilk girişimi hatırladım, o ilk şok, o ilk acı..
Hatırladıkça yazmaktan vazgeçtim,
Hatırladıkça kollarım uyuşmaya başladı.
Ona yazamadım ama buraya yazma ihtiyacı hissetim yine.
Şu acıyı dökmem lazım bir yere.

Anlatayım, dinle kuzum..

En son pazar günü seni acile götürürken çıkmıştım evimizden,
Tabi birkaç saate dönecekmiş gibi bir çıkıştı bu.
Çıktık,
Koskoca Ankara'da Çocuk Acil Servis olan hastane aramaya başladık.
Seni son günlerdeki huzursuzluğun için götürdüğümüz hastaneye gittik önce
Doktor senin durumunu biliyordu, tüm tahlillerin orda yapılmıştı diye oraya gidelim demiştik.
Ama pazar olduğu için ve orada Çocuk Acil olmadığı için giremedik.
O zaman tahlil sonuçlarını verin bize deyip sonuçlarını almıştık yanımıza.
Hatırlıyorum da arabada kan tahlili sonuçlarına bakarken yüksek çıkan bazı değerler tedirgin etmişti beni. Baban "Üzülme bir şey olmaz şimdi sorarız doktora" diye teselli etmişti beni. Üzülmeliymişim oysa ki..
3 hastane gezdikten sonra Çocuk Acil olan yer bulmuş ve acilde sıra beklemeye başlamıştık. Gazi Hastanesinde..

Neyse hastane anısı apayrı bir acı, ben eve dönüşümüzü anlatacaktım.
O anlara dönünce bütün ayrıntılar canlanıyor gözümde, sanki tekrar yaşıyomuşum gibi.

Eve dönemedik o pazar,
Ertesi sabah öldün çünkü.
Sen kucağımdayken gittiğim hasteden kucağım bomboş döndüm.
Vermediler seni.
Seni yani cenazeni orda bırakmalıymışım, vermediler bana.
"Annesiyim ben, benim bebeğim o" desem de, öldükten sonra benim olmuyormuşsun.
Vermediler..

Çok kalabalık döndük hastaneden, bir sürü araba, bir sürü insan vardı yanımızda.
Bizi, babanla beni babaannenlere götürdüler.
Bizim eve götürmediler nedense. 15 gün boyunca da orda kaldık.
Sensizliğimizin ilk 15 gününde evimizde değildik.
Ama bir hafta olduğunda benim evime bir kez olsun gitmemi istediler.
Almanya'dan gelen ve 10 gün kalabilecek olan ablam, "Biz gitmeden bi götürelim, o ilk şoku yalnız yaşamasın" demiş. O yüzden evimize sen öldükten 1 hafta sonra girmiştim ilk.
Ben yalnız gitmek istemiştim, kimseyi istemiyordum yanımda. Ona izin vermedi yakınlarım tabi. Annemi, ablamı, kızkardeşimi de istememiştim. O acımı görmesinler istedim. Çünkü en çok onlar üzülecekti bana biliyordum.
Baban ve ben gittik evimize.Yaklaşık 2 saat kalmıştık. Çok detay anlatmiyim ama baban bir süre sonra bana kötü birşey olacağını sandığı için zorla çıkarmıştı evden. Çok bağırdığımı hatırlıyorum. Çok bağırmıştım, çok aramıştım seni evde ama çıkmamıştın hiçbir yerden. Odalara, yatağına tek tek bakmıştım, nerdesin oğlum diye diye. Oyuncaklarını, kıyafetlerini, yatağını tek tek gösterip babana "Bunlar hep duruyo, oğlumuz nerde o zaman" diye bağırdığımı hatırlıyorum.

Babannenlere döndük sonra, herkes ordaydı ve merakla bekliyorlardı bizi. Yemek yemem için birşeyler hazırlamışlar. Tek kelime dahi edemeden, masaya bile oturmadan birkaç lokma ağzıma atıp, üstüne bir bardak çayı tek dikişte içip gidip yatmıştım. Kimse bana birşey demesin diye. "Yemek yemelisin, hadi biraz ye. Bir de çay iç, iyi gelir" laflarını duymamak için daha onlar demeden yapıp gidip yatmıştım. Çünkü uyuyunca unutuyordum. Tamam uyumak çok zordu ama uyuyunca acımıyordu hiçbir yerim.

Bunun üzerine bir hafta daha gitmedik evimize. Ama artık gitmem gerektiğini biliyordum. Annem, babam kardeşlerim de gitmişti artık. Bir gece başsağlığı için Sivas'tan gelen kuzenimi bahane ederek gittik eve. Misafirimiz de var, eve gidelim diye. Kuzenim Zeliha'nın yanında ağlarken de tuttum kendimi, öyle bağıra çağıra ağlamadım. Ama o yatınca babanla odamıza gidip, sessiz sessiz uzun uzun ağlamıştık saatlerce, onu hatırlıyorum.

Sonra günler geçti o evde mecburen, günler haftalar geçiyordu. Ben biraz günlük hayata tutunmaya çalışıyordum ama odalarda seni arayışım hiç bitmemişti. Evde yalnız kaldığımda yine bağıra bağıra arıyorum seni, "Nerdesin oğlum çık ortaya n'olur" diye. Hatta bir gün abini parka göndermiştim, arkadaşlarıyla oynasın diye. Yaz aylarıydı, pencereler açıktı. Epey bir süre geçtikten sonra sokaktaki bütün çocukların bizim evin pencerelerine baktığını gördüm. Biraz dinleyince, çocuklar abine "Ses sizin evden geliyo, annen ağlıyo galiba" dediklerini; abinin de "Yoo annem niye ağlasın ki" diyerek onları kandırmaya çalıştığını duydum. O an kestim sesimi, o an yıkıldım bir kez daha.

Sonrasında zaman zaman komşuların da beni duyup ağladıklarını öğrendim. Bir komşum (İki kat üst komşum) geldi birgün bize ve o da bana sarılıp ağladı. Yine bir komşumu, evin önündeki kaldırıma oturmuş benim sesime ağlarken görüp susmuştum. Onun da senden 40 gün büyük bebeği vardı, Çınar. Yine komşularımızdan biri halanı markette görüp benim evde çok ağladığımı söylemiş.

Bütün bunların üstüne ağlarken bağırmamam gerektiğini anladım.
Sessiz ağlamayı öğrendim zamanla..


Devamı --> »

9 Mart 2016 Çarşamba

Yitik anılar..


Bazı ayrıntılar, bazı kareler tamamiyle aklımdan çıkmış.
Tesadüfen şu resmi instagramda görünce bir anda beynimde canlandı bütün detaylar.
Senin suluğunu, emziklerini kaynatışım..
Tek tek, özenle..
İçimde birşeyler koptu o an yine,
İçimde bir yerler parçalandı sanki.
Uzuuun zamandır biberon kaynatmıyorum ben,
Niye ki?

O acıyı yutup, aynı hesabın paylaştıklarına bakmaya devam edince
Başka bir resim daha,
Başka bir acı daha,
Başka bir parçalanış daha.


Tıpkı şu tatlı bebeğe yaptıkları gibi, abin de seni kovanın içine oturtmuştu.
Sevmemiştin sen,
Ve ben resmini çekmiştim.
Güzel bir anı olur diye.


Anımız evet ama "güzel" olamayan..
İç acıtan..
Parçalayan..



Devamı --> »

6 Mart 2016 Pazar

4
yorum
Bir çocuğun günlüğü..

Hepimizin çocukken günlük tutma deneyimi olmuştur,
Bir heyecan ve özveriyle, özene bezene günlük tutmuş,
Sayfaları süslemiş, renkli renkli kalemlerle oyunlarımızı anlamışızdır çocukluk günlüklerimizde.

Abin de günlük tutuyor, çok sık yazmasa da.
Az önce uzuuun aradan sonra yeniden günlüğüne yazdı birşeyler.
Hiç doğru değil belki onun yazdıklarını okumam ama dayanamadım.
Çünkü bir anda salona gelip "Anne, dedem ne zaman ölmüştü?" dedi.
"N'oldu annecim, ne yapacaksın?" deyince ben, "Günlüğüme yazıcam" dedi.
Söyledim ve bekledim.

Bir şekilde okudum ve kahroldum yine.
Bir çocuğun günlüğü böyle olmamalı,
10 yaşında bir çocuğun günlüğünde, böyle kesin ve acı ifadelerle ölüm yazmamalı.


Yaklaşık 3 sayfa yazmış ve son sayfası böyle bitiyor.
"En son yazışımdan sonra hayatımda çok şey değişti" demiş ve bunları anlatmış tek tek.
Okulundan falan örnekler vermiş.
Senden bahsetmiş, adını soyadını falan yazmış.
Sonra sayfayı çevirmiş ve "Ama"yla başlayan şu acı cümlelerle bitirmiş notunu.
Ne yapabilirdi ki en doğrusunu yapmış zaten,
Bu acının üstüne başka cümle kurmaya gerek de yok zaten.
Kardeşim öldü.
Dedem öldü.
Öldüler.
Ölümü öğrendim.

Mert Efe..
Devamı --> »

3 Mart 2016 Perşembe

8
yorum
Seni görmek..

İki gecedir tam uykuya dalarken seni görüyorum oğlum.
Rüya mı gördüm hayal mi kuruyorum tam anlayamıyorum. Ama çook gerçek gibi olduğun için sıçrıyorum bir anda, o heyecanla.
Bacaklarıma bir sızı saplanıyor bir anda, dizlerime kadar çekiliyor vücudum.
Bir nefes veriyorum seslice. Bir iç çekiş belki de bilmiyorum.
Kendi sesime uyanıyorum, o inlemeye.
"Acaba!" diyorum içimden. "Acaba gerçek mi?"

O "acaba"nın cevabı hiçbir zaman "evet" olmayacak biliyorum, hiçbir zaman göremeyeceğim seni bir daha (en azından bu dünyada). Ama olsun annecim, rüya da hayal de olsa seni öyle net, öyle gerçek görmek çok güzel.
Ona şükrederek uyuyorum iki gecedir.
Devamı --> »

1 Mart 2016 Salı

Mevlana'nın ağıtından benim duyduğum..

Ölüm acısını gördü tatlı can, koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu, gitti oğlum benim.
Şu dünya bir altüst olsa, ağlasa yeri var; öylesine topraklar altında kalmışım..
Devamı --> »

25 Şubat 2016 Perşembe

1
yorum
Tanımadığım "dost"um..


Hiç tanışmadan da dost olunuyormuş,
Hiç konuşmadan da gönüle giriliyormuş.
Bir kez daha anladım.

Buraya yazdıklarımı asla okuyamayacağını biliyorum kuzucum.
Devamı --> »

15 Şubat 2016 Pazartesi

3
yorum
Hafif vs. Derin..

Bi söz okudum az önce, çok vurdu.
"Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir."
Benim de kimseye anlatmayışım bundan olabilir.
Devamı --> »

14 Şubat 2016 Pazar

2
yorum
Alperen..

Alperen..

Minik yeğenim.

Kız kardeşimin ilk bebeği.

Teyze anne yarısıdır derler ya işte o teyzeliği yapamadım ben sana.

14 Şubat 2014'te doğdun. Çook mutlu ettin, heyecanlandırdın beni. Sen doğduğunda Asil Miran yani benim bebeğim de küçük olduğundan doğumunda bulunamamıştım. Üzülmüştüm, kardeşimin ilk doğumunda yanında olamadım diye. Anneliğinin ilk günlerinde ona destek olamadım diye. Neyse demiştim, olsun hayırlısı, kapatırız o açığı biz. Planlar yapıyordum, anneni bize çağırmıştım. Çook hayallerim vardı sana dair. Sen biraz toparlanınca Ankara'ya gelecektiniz. Sevecektim seni. Asil Miran'ın kıyafetlerini, o büyüdükçe sana verecektim. Hani öyledir ya hep, küçükler abisinin kıyafetleriyle büyür. Sen de Asil abinin eşyalarıyla büyüyecektin.

Ama işte çok kez söylediğim gibi bizim planladığımız gibi olmadı. Evet Ankara'ya bize geldin annenle, daha 3 aylık bile değildin, 10 gün falan kaldınız sanırım. Ama ben hatırlayamıyorum pek. Çünkü apar topar, bir anda oğlumun cenazesine geldiniz. Ben kardeşime destek olayım diye planlarken o bana destek olmaya, yanımda olmaya, benimle ağlamaya geldi. Bir sana koştu bir bana.

Sonrasında..
Sonrasında hiç senden bahsedemedi ben sormadıkça. Benim sorularıma da öyle hızlı hızlı cevap verip kapattı hep. Bana kendi bebeğinden bahsetmeye utandı. Benim bebeğim ölünce kendi bebeğini bana anlatamadı. Soramadı hiç takıldığı, başedemediği şeyleri ablasına. İlk anneliğinde ona en büyük desteği verecek olan ablasının yanında bebeğini sevmedi bile.

Asil abinin kıyafetlerinden hiçbiri kısmet olmadı sana. Ayrılamadım onun kokusundan, veremedim sana. Gerçi kokusunu bahane etmiyim şimdi, hiç giyemediği, daha etiketi üzerinde duranlar var. Onları da veremedim. Sebebini bilmiyorum, açıklayamıyorum ama veremedim işte.

Şimdi iki yaşını bitirdin, doğum günün bugün. Orada olmak ya da hediyeler alıp göndermek isterdim sana. (Bu arada daha altınını bile takmamışım doğum hediyesi olarak, onu farkettim geçenlerde). 

Hep içimde uhdesin. Mahcubum sana karşı. Teyzelik yapamadım diye. Ama inşallah zamanla, benim yaram iyileştikçe kapatırız açığımızı olur mu kuzum. Çektiğim acıdan ne yapacağımı bilemedim ama seni heep çok sevdim bil olur mu teyzecim.

Doğum günün, ikinci yaşın kutlu olsun. Sağlıklı, mutlu, uzuuun ömrün olsun teyzem..
Devamı --> »

10 Şubat 2016 Çarşamba

2
yorum
Senden Kalanlar..

Annecim, tatlı kuzum,
Gittin.
Habersiz, apansız.
Geri geleceğim demeden,
Ya da gelmeyeceğim..
Bilemiyorum işte o yüzden,
Senden kalanları n'apayım?
Kıyafetlerin, oyuncakların, eşyaların,
Bezlerin hatta,
Hatta buzluktaki sebze çorban..
Hepsi duruyor hala.
N'apsam bilemedim.
İçim, yüreğim elvermedi onları atmaya, vermeye, uzaklaştırmaya.
Ama saklamanın da bir anlamı yok biliyorum.
Versem birilerinin işine yarayacak muhtemelen,
Bebek araban, pusetin, yürütecin mesela.
Kıyafetlerin, daha etiketli duranlar var.
Senin büyümeni bekliyorlardı,
Büyüyünce giyecektin.
Büyüyemedin ya giyemeyeceksin ya
Versem de büyüyebilen bebekler giyse ya.
Yok işte,
Veremedim işte nedense, bunca zamandır.

Yavaş yavaş vermeliyim diye karar aldım.
Saklaması zor olanlardan başlayayım dedim.
Bebek araban ve yürütecin mesela.
Hani küçük olanları gittiği yere kadar saklarım diye.
Yürütecini verdim bugün.
Aniden, bir öğle arası bir ihtiyaç sahibine.
Aniden istendiği için çok düşünemedim ve tabi dedim vereyim.
Hemen gelip aldılar.
Vedalaşamadım çok.
Gerçi bir nesneyle nasıl vedalaşılır, onu da bilmiyorum ya.
Her yerine bi dokundum önce,
Son kez aklıma kazırcasına baktım her yanına
Unutmayım diye.
Bir de oturduğun yerleri kokladım.
Verdim senin yürütecini annecim,
Haberin olsun.
Gelirsen alırız en yenisini sana..

Devamı --> »

3 Şubat 2016 Çarşamba

4
yorum
Hala..

Hala anne-bebek sitelerini takip ediyorum nedense.
Bebek bakımının püf noktaları gibi yazılar dikkatimi çekiyor hala nedense.
Mağazalarda bebek kıyafetlerini inceliyorum zaman zaman.
Ya da senin eşyalarını koyduğum çekmeceleri boş bırakıyorum hala.
Ev bakıyoruz bu aralar mesela,
Yatak odalarında bebek yatağının sığabileceği genişlik var mı diye ölçüyorum aklımca.
Nedense.
Oysa artık gelmeyeceğine inandım ben çoktan.
Oysa bir mucize olacak ve Asil Miran'ın ölmediği anlaşılacak diye düşünmüyorum artık.
Zira çürümeye bile başlamıştır bedenin çoktan.
O miiiis kokulu tenin, o ellerin, gözlerin.
Şimdi..
Neyse..
Yapamayacağım bunu.

Annecim,
Gelmeyeceksin biliyorum.
Ama hala yerini ayırıyorum bilesin.
Hani derler ya kalbinin bir yanı hep boş kalacak diye.
İşte öyle, ben sadece kalbimin değil hayatımın da bir yerlerini boş bırakıyorum.
Nedense..

İsyan değil,
Depresyon değil.
Delilik değil.
Özlüyorum çok.
Acıyor her yanım.
Senin öldüğünü düşündükçe çok zorlanıyorum.
Bütün gerçeği, bütün acısıyla bilmeme rağmen
beynimin bunu bilen bölümlerini susturuyorum.
Seni hatırlayan kısımlarını çalıştırmaya zorluyorum.
Sen yaşarken nasıl çalışıyorsa bu beynim,
öyle çalışmaya devam etsin istiyorum.
Öbür türlü çok acıyor annecim..

Devamı --> »